Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
İnsanlığın rüyası
Sezon: 1 Bölüm: 3

Bir papaz bu kadar mı güven vermez?

İlk iki bölümün ardından üçüncü bölümde True Detective’in bambaşka bir noktaya geldiğini çok net gördük. Hele o finaliyle dozu iyice arttırıp bizi çok iyi zehirlediler ki o sahneyi tekrar tekrar açıp izlemekten kaçınmadım. Bölüm sonundan etraflıca bahsetmeden önce ikinci bölümün sonuna geri dönelim.

Üç bölümü geride bıraktıktan sonra görüyorum ki geçmişi anlatan Rust ve Martin’in bunu yaparken kendileriyle hesaplaşmasını izlemek, geçmişi tekrar yaşadıklarını görmek diziyi çok farklı bir yere taşıyor. Yolları ayrılsa dahi birbirlerinin hakkını vermekten (Rust bunu pek yapmasa da) vazgeçmemeleri ise birbirlerine duydukları saygıyı gözler önüne seriyor.

Kiliseye ulaşıp duvardaki resmi bulan dedektiflerimiz kilise konusu üzerine yoğunlaşarak en son kilisede zaman geçirdiğini öğrendikleri Dora Lange’in izini sürmeye devam ederlerken bölüme başladık. Dört ay önce yandığını öğrendikleri kilisenin papazı ve ekibine Franklin’de ulaşarak bilgi almaya çalıştılar. ‘İsa’nın Dostları’ kilisesinin sorumlusu Papaz Theriot’un, Billy Lee Tuttle’ın yanında yetişmiş olması papaz adına en çarpıcı detay olarak gözüktü. Resmin kilisedeki çocuklar tarafından yapıldığını öğrendik. ‘Küçük çocuklar – kilise – kaçırılmalar’ ile ilgili bir üçgenin varlığını artık reddetmiyoruz. Hatta bu konunun üzerine gidileceği belli. Bunun dışında papazın bolca vaazına ve hararetli konuşmasına tanık olduk. Papazın konuştuğu sırada Rust’ın Martin’le olan sohbetinin bir kez daha izlenmesini şiddetle öneriyorum. Dinine bağlılığını bildiğimiz Martin, Rust’ın (Martin’in taktığı lakâba göre Bay Karizma) bu konuşmalarını hayretle dinliyor ve duyduklarına inanamıyor. Bu tür kiliselere gelen insanların obezite ve fakirliğe eğilimli olduğunu söylemesi, ceplerinde kalan son parayı kiliseye vereceklerinden bahsetmesi ve hatta söylediğinin fazlasını inkar edemeyiz. Bir yandan da Martin’in sorduğu” İnsanlar inanmasaydı?” sorusunun cevabı var. Bu arada Rust’ın din tanımı şöyle:

“Bazı dil antropologlarına göre din, beyinde bazı patikaları tekrar düzenleyerek eleştirel düşünceyi körelten bir virüs.”

Belli kuralları ve sınırları olan çoğu şey gibi dinin bazı fikirleri, düşünceleri körelttiğini reddedemeyiz. Bu durumun sonucu olarak da, kalıplar içinde yaşamayı tercih eden insanların bu kalıpları kabul ederek kafalarındaki yolları farklı şekilde katedecekleri gözüküyor. En azından ben böyle düşünüyorum. Çoğu kez Rust ile aynı fikirde olduğumu söylemezsem cidden ayıp olur. Yine vaiz ile psikiyatristlerin bir nevi aynı mantıkta çalıştığı düşüncesi ise Rust’a sonuna kadar katıldığım deyim yerindeyse ‘özlü’ sözlerdendi.

Kilisede Dora’yı tanıyan kızların uzun boylu, yanık yüzlü bir adamla kiliseden ayrıldığını söylemesi olayı nihayet birisine doğru taşımış oldu. İlk bölümde başka bir evde buldukları dallardan yapılan taçla Dora Lange cinayetinin bir seri katil tarafından işlendiği düşüncesi dedektiflerimizin ana fikrini oluştururken böyle bir adamın varlığından haberdar olmaları davayı beklediğimiz aksiyonlu hâle getirdi.

Bütün bunların peşinde olan Martin ve Rust’ın özel hayatlarındaki sürtüşmenin artarak devam ettiğini gördük. Rust’ın Maggie ile konuştuğunu gördüğü her durumda celallenen Martin yine aynı tarifeyi uyguladı. Maggie’nin organizasyonu ile Rust’ı arkadaşlarıyla tanıştırdıkları gece ise Martin’in kaçamak arkadaşını başkasıyla görerek çılgına dönmesiyle son buldu. Martin kızın evine dalmış ve çılgın bir şekilde davranırken Maggie’yi, Rust ile telefonda konuşurken gördük. Maggie ya Rust için gerçekten endişeleniyor ya da… ondan hoşlanıyor. Bunun ne anlama geldiğini öğrenmek için ilerleyen bölümlere ihtiyacımız var.


Rust’ın uyumadığı her saat eski bir cinayet dosyası anlamına geliyor.

Ellerinde az da olsa aradıkları bir tip bulunan dedektifler muhtemel kişileri tespit ederek sorgularken uyuyamamayı Rust’ın avantaja çevirdiğini bir kez daha gördük. Rust’ın böyle olması bu iş için gerçekten büyük bir fırsat. Yeri gelmişken kendisinin sorgu konusunda ayrıca özel bir kabiliyeti olduğunu da söyleyelim. Uykusuz ve eski cinayetlere bakmakla geçen saatlerin ardından Rust’ın bulduğu bir cinayet olayı “İşte bu!” denilen hale getirdi. Üç sene önce suda boğularak öldüğü düşünülen ancak karnında kesikler, uyuşturucu kullandığına dair kanıtlar ve en önemlisi Dora’nın sırtındaki sembolün aynısını içeren bir fotoğraf, bu cinayetin de bir seri katil tarafından işlendiği düşüncesini onaylar nitelikteydi. Adı Rianne Olivier olan bu kızın büyükbabasından en kritik bilgiyi alan dedektiflerimizin artık bir hedefi var: Rianne’in dört yıl önce birlikte kaçtığı Reginald Ledoux. Torunundan belli ki pek hoşlanmamasına rağmen sakladığı kutusunda çıkan yıllıktan Rianne’in liseyi “Light of Way” adlı Hristiyan okulunda okuduğunu öğrendik. Ve bingo! Okulun Tuttle’ın şirketiyle bağı bulunuyor. Tuttle ‘ın her bölümde bir şekilde kendini göstermese de adını aklımıza kazıması önemli bir detay. Kokusu er ya da geç ortaya çıkacaktır. Bu sırada Ledeoux’nun tecavüzle suçlanıp uyuşturucudan dolayı iki sene hapis yattığını ve dahası son dört ayını Dora’nın eski kocası Charlie ile aynı odada geçirdiğini öğrenen Martin ve Rust yakalama kararını çıkartıp eve doğru yola çıktılar. Evde onları tam bir canavarın beklediğini içten içe bilerek, yaklaşan dedektiflerimizi nasıl bir aksiyonun karşılayacağını gelecek bölümlerde göreceğiz.


Karşınızda ‘seri katil’ bakışıyla Rust Cohle.

Bu canavarın geldiğini çok iyi gören Rust’ın ağzından şu gerçekle veda ediyorum:

“Fark ediyorsunuz ki sevginiz, nefretiniz, hatıralarınız, acılarınız hepsi aynı şeydi. Hepsi bir rüyaydı. Kilitli bir odada sakladığınız rüya. İnsan olduğunuza dair bir rüya. Ve birçok rüyada olduğu gibi bunun da sonunda bir canavar var.”

Dördüncü bölüm yazısında görüşmek üzere.
 
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR