Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
İkimiz de Starling City için savaştık
Sezon: 2 Bölüm: 10
Sebastian Blood bir şeytandır. Söylediği tek kelimeye bile inanma.
 
Esas gerilimini son dakikalara saklayan, aksiyonu bol bir Arrow bölümünü daha geride bıraktık. Hikâye efsanevi bir bölümle girdiği beş haftalık sezon arasının ardından, hızını kesmeden muhteşem bir dönüş yaptı. Geçen bölümde Slade ve Barry’nin destansı sahnelerini izlemiş, Barry karakterini Flash olarak spin-off’a uğurlamıştık. Bölüm başında ise Barry’nin komada –Felicity’nin deyişi ile uykuda- olduğunu, Felicity’nin ise ona destek olmak amacıyla Central City’e ‘küçük’ bir ziyarette bulunduğunu gördük. Anladık ki Barry’nin Flash’a dönüşmesine az biraz daha zaman var ve Arrow’dan tam anlamı ile ‘uğurlanmış’ değil.

Hikâyenin en sevdiğim kısmı olan, ayrı bir dizi çekilse dahi bayılarak izleyeceğim ada sahneleri bu bölümde yine çok kilit bir noktada idi. Slade karakterini izlemekten her zaman büyük keyif alıyordum fakat şu geldiği nokta resmen ballı kaymak oldu. Bu bölüm bizlere gösterilen şey Slade’in Oliver’a beslediği kinin salt Shado’dan dolaylı olmadığı idi. Fakat ben yine de Ivo’nun elinin kolunun duracağını zannetmiyorum. Elinde Slade gibi bir koz varken bunu sonuna kadar değerlendirmek isteyecektir. Hiçbir şey yapmasa Mirakuru’nun insan üzerindeki etkisini gösteren tek örnek Slade ve onu Oliver’dan uzaklaştırmak için elindeki tüm kozları oynayacaktır. Ki son ada sahnesinde de Slade’in ortalıklardan kaybolması pek hayra alamet olmasa gerek. Bunun dışında Slade reisin Starling City sahnelerini iple çektiğimi söylememe gerek yok sanırım? Cillop gibi bir villain karakterimiz olacak, beklerken çektiğimiz o ip kopuverir sabırsızlıktan...

Laurel hanım kızımız avukatlıktan geçip dedektifliğe soyunurken asla edemeyeceği bir bilgiye ulaşıyor.
 
Bu bölüm bayağı bir zamandır Mirakuru ve onun yarattıklarıyla meşgul olan Oliver’ın şehri kurtarmasına şahit olduk. Tabii ki bu Oliver’ı yeni bir karmaşanın içine çekecek bir başlangıçtan başka bir şey değildi. ‘Bombacı’nın açtığı yolda ve gösterdiği hedefte Oliver’ın, Sebastian Blood ile bir nevi işbirliği içine girdiğini gördük. Blood yaptığı blöfler ile Oliver’ı ikisinin de ‘şehri kurtarmak için’ çalıştıklarına inandırdı. ‘İnandırdı’ diyorum çünkü Arrow’un kolay kolay kimsenin elini sıkmayacağını düşünüyorum, iki sezondur yaptığım gözlemler sonucunda... Neticede Felicity ve Diggle bile Oliver’ın güvenini çok kolay kazanamadı.Oliver, Blood ile el sıkışırken araştırmacı soruşturmacı Laurel hanım kızımızın Blood’un gerçek yüzünü dehşet verici bir şekilde öğrendiğini görüyoruz. Kolay kolay söylemediğim, tamam dürüst oluyorum belki de hiç söylemediğim bir şeyi bu bölüm söyleyeceğim: Laurel’ı izlemekten ilk defa rahatsızlık duymadım. Bu kız kendi yolunu çizdiğinde, daha doğrusu işe yaradığında, gayet izlenilesi bir karakter oluyormuş. Son sahne özellikle çok iyi oynanmış bir sahneydi. Blood’un gerçek yüzünü öğrenen Laurel, Arrow’a mı koşar yoksa her şeyi kendi başına helletmeye mi çalışır? Laurel o kadar inişli çıkışlı ve depresif bir karakter ki bu sorunun cevabını veremiyorum. Her şeyi yapabilir. Ama bu senaristin Laurel ile Arrow’un arasını düzeltmek için bulabileceği en net fırsat... Bu nedenle en azından hikâyenin bu kısmı için değerlendirileceğini düşünüyorum. Ha Laurel ile Arrow’un arasının düzelmesini istiyor muyum? Hikâye için evet, kendim için hayır.

-Ayın elemanı ödülünü kaptım mı yani?  -Sen benim elemanım değil, ortağımsın.
 
Yazının başında Felicity’nin Barry’e yaptığı “küçük” ziyaretten bahsetmiş ama bunun Oliver üzerindeki etkisini sona saklamak istemiştim. Bir torba şeker içinden en sevdiğini en sona saklamak gibi bir şey oldu bu benim için... En son onun tadı kalsın istedim. Hikâye Oliver ve Felicity (Stephen Amell ve dizinin izleyicilerinin deyişi ile Olicity ) açısından öyle ilmek ilmek işleniyor ki, çok seviyorum. Bu bölüm Oliver’ın Felicity’e bir adım daha yakınlaşmasına şahit olduk. En azından Barry ile ilgili bir dışavurum, ciddi bir tepki görebildik. O an yaşadığı iniş çıkış, açılıp açılmamak arasında kalışının getirdiği gerilim ile Felicty’e biraz sert çıktı. Oliver, Felicity’e karşı o kadar kapalı ki –aslında herkese karşı kapalı ve bu çok doğal- Felicity’e karşı yaptığı kabalık için özür dilerken bile kendisini tam manasıyla açamıyor. Bunun da Felicity’nin “Benden mi özür diliyorsun, ok kılıfından mı?” sözü ile dile dökülmesine şahit oluyoruz. Felicity çok dobra bir kız ve çok zekice cevaplar veriyor Oliver’a. Yine bu bölüm ‘Ayın elemanı’ iğnelemesi çok iyiydi. Ve daha sonrasında Oliver’dan Felicity’e çok güzel bir kapı açtı bu iğneleme. Oliver; “Sen benim elemanım değil, ortağımsın” dedi. Bu cümlenin bile Oliver’dan Felicity’ye karşı atılan çok büyük bir adım olduğunun farkındayız değil mi? Oliver’ın Felicity’ye verdiği değer belli fakat bu dilden dökülünce daha bir kıymetli olmuyor mu?

Müstakbel Red Arrow kendisini yavaş yavaş keşfediyor.
 
Son olarak; Roy’un Mirakuru’nun kendisine getirdiği ‘nimetlerin’ ne zaman tam manasıyla farkına varacağını çok merak ediyorum. Elbette bir şok yaşıyor ama direk sırtlayan birine göre fazlaca overrated kalıyor tepkileri. Belki de bu konuyla ilgili yardım almak için Arrow’un kapısını aşındırır ve aralarındaki buz erimiş olur, kim bilir?
 
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR