Renklerin Kraliçesi diyeceğim ben bundan sonra Hicran’a… Her renk, her ton, her ışıltı diz çökecek Hicran’ın önünde ve Hicran, tek tek dokunacak hepsine. O bitmez sevgisiyle, nasırlı ama bir o kadar naif elleriyle hepsine tek tek hayat verecek. Hicran, o renklere hayat verdikçe bizim de dünyamız aydınlanacak. Kendimizi Hicran’ın dünyasında bulacağız ve hikâyelerimiz birbirine karışacak. Yoksa karıştı mı?
Bu hafta Hicran’ın, Murat için neden bir anda bu kadar kıymetli olduğunu anladık. Murat, Hicran’da yaşamak istediği hayatı gördü. Hicran, renklerin içinde öylesine özgür ki… Rengin her tonuna yolculuk ediyor, her renk ve her ton bir başka dünya… Kimse durdurmuyor Hicran’ı, kimse hesap sormuyor kendine has o yolculuğunda… Sadece Hicran ve renklerin dünyası… Sade ama gösterişli, renkli ama duygusal, sakin ama çığlık çığlığa. Hicran’ın dünyasında her şey bu kadar güzel ve anlamlıyken griler içine hapsolmuş olan Murat, Hicran’ın renklerine nasıl kayıtsız kalabilirdi? Nitekim kalamadı da ve o renklerin etrafında pervane olmaya başladı. Hicran’ın gözlerine bakmadan duramaz oldu. Murat, Renklerin Kraliçesi’nin peşinde koşmaya başladı başlamasına ama esas soru farklıydı elbet; Hicran mı Murat’ın dünyasını aydınlatacaktı, yoksa Murat mı Hicran’ın dünyasını karartacaktı? İlk bölümde, Hicran’ın iç dünyası bize cebinde taşıdığı avuç avuç misket ile sunulmuştu. Bu bölüm ise o misketler, Murat yüzünden dağıldı. İşte, Hicran’ın hayatındaki bir başka dönüm noktası! Aynı zamanda da bizim sorumuzun cevabı, adeta bağırıyor o detay “Murat, Hicran’ın hayatını karartacak,” diyor. O rengârenk misketler, Hicran’ın heybesinde taşıdığı umutların sembolüydü ve hepsi Murat tarafından darmadağın edilmişti.
Hicran’ın hayallerini Murat saçacak etrafa, bunu anladık ama Murat’ın hayallerini ve enerjisini kim almış elinden? Elbet Murat da cebinde misket taşıyan, kalbinde umut taşıyan bir adamdı bir zamanlar. Muhtemelen Lale’den ve babasının bu vurdumduymazlığından evvel. Lale, birlikte ömür geçirmeyi bırakın, birkaç gün bile geçirilebilecek bir kadın değil. O’nun gereksiz ısrarlarıyla başa çıkabilmek büyük bir sabır gerektiriyor. Ve Murat’ın sorumsuzluk abidesi babası… Oğlunun Lale ile mutsuz olduğunu gördüğü halde, sırf kendi çıkarları için –ki bu bahsettiğimiz “çıkar” sevgilisine yediremeyeceği paralar- oğlunun bu sahte hayatı sürdürmesini istiyor. Ben takdir ettim bu hafta Murat’ı… İlk iki bölümdeki ne istediğini bilmeyen, pısırık Murat yoktu karşımızda. Yumruğunu masaya vurdu ve belki de uzun zamandır ilk defa istediği şeyi yüksek sesle söyleyebildi. Lale’den ayrıldı –her ne kadar bunun uzun süreli olacağını düşünmesem de- ve babasına resti çekti. Bakalım Murat’ın bu kararlı tavırları ne kadar devam edecek. O yüzüğün Murat için bir kelepçeden farksız olduğu aşikâr, Hicran’ın uçsuz bucaksız dünyasında gezinmek varken Lale’nin çemberine sıkışıp kalmak istememesini de anlıyorum. Hele ki Lale o çemberi her geçen gün daha da daraltıyorken…
Hicran, aşk denen meret ile çok zamansız ve imkânsız bir anda tanıştı. Murat’ın dudaklarının, dudaklarına değdiği an belki de Hicran’ın hayatında yaşadığı en güzel andı ama Hicran, saniyeler içinde mantığını devreye soktu ve Murat’ı arkasında bırakabildi. Ben Hicran ve Murat’ı yan yana görmekten son derece mutluyum. Hikâyeleri kendisini merak ettiriyor, sonunda bir ayrılık olduğunu da bilince karakterleri o “son”a götüren olayları daha fazla merak ediyor insan. Hicran ve Murat’ta bir diğer sevdiğim şey ise “dümdüz” olmamaları. Yeri geliyor gülümsetiyorlar, yeri geliyor gözlerimize yaşların hücum etmesine sebep oluyorlar, yeri geliyor kalbimizin ritmiyle oynuyorlar. Üzerine bir de imkânsızlık sosu eklenince, insanın içine o merak tohumu yerleşince de daha ilgi çekici hale geliyorlar.
Murat Hicran’ın büyülü dünyasına kayıtsız kalamadı, peki ya Sinan? O da kalamadı elbet… Sadece kendisine itiraf etmekten korkuyor. Sinan’ı Hicran ile ilgili konuşurken gördüğümüz her an sarhoştu ve bu da o hissetmekten korktuğu şeylerin ne kadar gerçek olduğunu gösteriyor aslında… Duyguları bir insanın en büyük düşmanıdır kimi zaman, zamanında da Sinan’ı ağır bir yenilgiye uğratmışken tekrar aynısını yaşamaktan korkuyor. Bütün kadınları aynı kefeye koymuş, hepsi aynı O’na göre… Ama bir gün Renklerin Kraliçesi ile tanışıyor. Dokunduğu her şeye büyülü bir güzellik katan o kadınla… Ne güzel tanımladı Sinan, Hicran’ı değil mi? O’nu gönlünde bir başka yere koyan o ayrıntıları sarhoş açıklığıyla nasıl bir bir sıraladı. Hicran’ın kesip, biçip sevgi ettiği desenlere dokunurken her şeyi bir bir itiraf etti aslında. Hicran ve Sinan’ın yolu, birbirlerinden habersizce kesişmiş aslında zaman zaman. Bakalım hayatın onlara sunduğu tesadüflerin farkına tam olarak ne zaman varacak bu ikili.
Nazif’e baktıkça içim eziliyor benim. O’nu izlerken, gözlerindeki o buğuyla karşılaştığınız vakit aradaki her şey yok oluveriyor. Sadece Nazif ve siz kalıyorsunuz, herhalde karşımıza alıp uzun uzun gözlerine baksak ancak bu kadar hissedebilirdik. Bir kere öyle masum ve hesapsız bir sevgisi var ki, insan ister istemez hayran kalıyor. Hicran’ı seviyor, uzaktan. Üzülüyor belki ama O’nu zorla yanında tutmaya da çalışmıyor. Bir insan kendi mutluluğunun önüne sevdiği insanın mutluluğunu koyabiliyorsa, bu fedakârlığı yapabiliyorsa ben o insanın sevgisinden asla şüphe duymam. Geleceğini bilmiyorum karakterin, belki bu hissettiği şey zamanla takıntıya dönüşecek ama şu haliyle Nazif’i gönlümde başka bir yere koydum bile ben. Güzel adamsın Nazif, çok güzel… Bir de ben ne olursa olsun Nazif ve Hicran’ın yolunun bir şekilde muhakkak tekrar kesişeceğini düşünüyorum. Ve Nazif’in gözlerinde o buğuyu saklayan güzel adam olarak kalmasını çok istiyorum.
Bu haftanın bombası, Recai Kutlu’nun işlerini yasadışı yollardan hallediyor olmasıydı ve Murat, Recai Kutlu’nun yalancı şahidi oldu. Aslında Murat için iplerin koptuğu an bu andı. “Lale’nin çemberi” dediğim şeye Recai Kutlu da dâhildi ve bu “yalancı şahitlik” mevzusu Murat’a, nefes alamayacak kadar sıkıştığını gösterdi. Ve bence; Hicran’dan evvel bu mevzu bozacak Murat ve Sinan’ın arasını…
Diğer yandan Hicran ve annesi arasındaki o soğuk savaş devam ediyor. Neyse ki Hicran’ın ordusu sağlam da annesi çok diş geçiremiyor. Sait Usta’nın güçlü elleri hayatının her alanında Hicran’ın kollarından tutuyor. Hep böyle devam etmesini hepimiz can-ı gönülden istiyoruz ama bu güzel ilişkinin bir yerde çıkmaza gireceği sinyallerini veriyor hikâye…
Bu hafta günümüzden sahne göremedik, ben patlama olayının akıbetini merak ediyordum fakat sanırım haftaya, hatta belki de sonraki haftalara kaldı. Son sahnede ise Lale ile Murat’ın, Hicran’ın gözünün önünde ayrılmasına şahit olduk. Bakalım Murat, Lale’nin “Başka birisi mi var?” sorusuna ne cevap verecek?
Bana Artık Hicran De, bu hafta da böyleyken böyleydi işte… Dolu dolu ve ışıl ışıl hikâyesiyle daha uzun aylar ve hatta yıllar boyunca ekrandan bizlere göz kırpar umarım. Çok güzelsin Bana Artık Hicran De…
Bu arada; bu bölümün başlığı sevgili Yılmaz Erdoğan'ın "Yeni Bir Sayfada Sana Bakmak" şiirinden esinlenildi. Bu bölüme ne kadar uyuyor değil mi?
"Sana bakmak,
Bir beyaz kağıda bakmaktır, her şey olmaya hazır.
Sana bakmak,
Suya bakmaktır, gördüğün suretten utanmak.
Sana bakmak,
Bütün rastlantıları reddedip bir mucizeyi anlamaktır.
Sana bakmak, Allah’a inanmaktır..."