Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Her kuş kendi menziline uçar
Sezon: 1 Bölüm: 7
Seyit ve Şura, İstanbul’a adım atar atmaz belayı da kendilerine çektiler. Yaşayacakları diğer sıkıntıların habercisi gibi adeta.
 
Kurt Seyit ve Şura, İstanbul’daki hayatlarına adım attılar en sonunda. İstanbul’a gittiler gitmesine fakat en az Rusya ve Aluşta kadar karışık olan İstanbul’da da işleri kolay olmayacaktı elbet. İşgal altındaki İstanbul’da kendilerine bir yer bulabilme çabasında olan Seyit ve Şura’nın hayatlarına yeni yüzlerin de dâhil olmasıyla birlikte hikâye daha geniş bir yelpazeye açıldı. Rusya ve Aluşta cephesinde yer alan karakterlerle “Ha vedalaştık, ha vedalaşacağız” derken, onlara bağlanma konusunda tereddütler yaşıyorduk. Ama İstanbul’daki yerleşik hayatımıza geçtiğimize göre, her karaktere doya doya alışabilir ve bağlanabiliriz. Ve şunu da söylemeden geçemeyeceğim; İstanbul hikâyeyi ısıtmış, daha sıcak karakterler ve bize daha yakın diyaloglar olduğu için benimsemek de daha kolay. Yani İstanbul’un hikâye açısından Kurt Seyit ve Şura’ya büyük katkısı olacak, oluyor da.

Bu hafta yeni karakterlerle tanışma, yeni mekâna alışma haftasıydı bizler için. Bizler de Seyit ve Şura gibi oradan oraya savruluyoruz, onlarla beraber kaybedip onlarla beraber geride bırakıyoruz bir şeyleri. Rusya’nın görkemli balo salonlarından, Aluşta’nın muhteşem doğasına savrulduk ve en sonunda da işgal altındaki Osmanlı’da, Şeref Otel’de bulduk kendimizi. Her tarafları düşman askerleri ile çevrilmiş Şeref Otel sakinleri Seyit ve Şura’yı, kendilerinden saydıkları birilerini görünce adeta bağırlarına bastılar ve Seyit ile Şura’nın Şeref Otel macerasının üç beş günlük olmayacağı da orada kendisini belli etti.

Yeni kadro son derece uyumlu duruyor, favorim tabii ki Ali Dayı.
 
Ben yeni karakterlerden bana kendisini en çok sevdiren, beni en çok sevindiren karakter ile başlamak istiyorum: Ali Dayı! Rusya’daki ağır karakterlerimizin zaten içlerinde bulundukları ortam bizlere çok uzaktı, bir de üzerine kaskatı tavırlar eklenince tamamen bambaşka bir dünyadan gibi duruyorlardı ve ısınması zordu. Aluşta’daki kuralcılık ise malumunuz, bir asker disiplinine sahip olan Mirza Eminof kaskatı ve safi sert mizaçlı bir karakterdi. Bir türlü alışıp benimseyemediğim bu karakterlerden sonra, ilaç gibi geldi Ali Dayı bana. Anlayışlı ve tonton, yeri geldiğinde ise tatlı sert karakter boşluğunu öyle güzel doldurdu ki. Herkes,en azından benim için İstanbul’daki en güzel şey oldu Ali Dayı, tam olarak bizden biri. Hiçbir şey için izlemesem, her hafta Ali Dayı için otururum ekran karşısına. Ve tabii ki Ali Dayı gibi güzel mi güzel bir karakteri bizlere sunan Osman Alkaş’a da saygı ve sevgi sunarak şapka çıkarmalıyız. Ali Dayı’dan sonra bana kendisini en çok sevdiren karakter ise Sabri oldu. Sabri, sanki Ali Dayı’nın çocukluk hali gibiydi. Ali Dayı’nın içinde sakladığı o haylazlık, Sabri’de hayat bulmuştu. Ve Durukan Çelikkaya’nın ne kadar doğal ve parlak bir oyunculuğu var, kendisini Dedemin İnsanları’nda izlediğimde de çok sevmiştim ve kesinlikle Kurt Seyit ve Şura İstanbul’a da fazlasıyla yakışmış. Aslında bakıldığında İstanbul’daki hikâyeyi ısıtan iki unsur olarak değerlendirebiliriz Ali Dayı ve Sabri’yi.

Yeni karakterlerle birlikte yeni olay örgüleri de dâhil oldu elbette Kurt Seyit ve Şura’ya. Bunların içinde benim ilgimi en çok çeken ya da çekecek olan Alya ile Petro arasında yaşanacak olası ilişki ve Güzide, Yahya ve Celil arasındaki bir nevi mini Aşk-ı Memnu olacak gibi duruyor. Bu iki kurgudan da çok güzel malzeme çıkacağını düşünüyorum. Özellikle Petro ve çamaşırhanede kendi halinde çalışan Alya’nın yolları nasıl ve hangi ortak amaçla kesişecek bunu çok merak ediyorum. Demet Özdemir’i daha önce hiç izlemedim, bu bölümde de kendisiyle ilgili çok fazla fikir sahibi olma şansını yakalayamadık ama Alya karakterinden umutluyum ben. Bir de Petro gibi karanlık tarafı olan bir karakterse, ikisi bir araya geldiğinde tadından yenmeyecektir. Buraya eklemeden de geçemeyeceğim; Petro ve Celil gerçekten iyi bir ikili oldular.

Barones hakkında da bir iki kelam etmeden geçmek istemedim. Hikâyedeki varlığını zaten sevmiyordum, İstanbul’da geldiği konuma baktığımda sevmemekte ne kadar haklı olduğumu bir kere daha fark ettim ve kesinlikle en güvenilmez karakter olduğunu düşünüyorum. Kendi paçasını kurtarmak için her yola döner, her şeyi yapar. Hem bencil, hem korkak. Fakat nasıl oluyorsa, her seferinde de dört ayak üzerine düşmeyi başarıyor. Güzel olduğunuz kadar bencil, bencil olduğunuz kadar da şanslısınız Barones Lola.

Celil’in hayatına kim girerse girsin, Tatya’yı unutabileceğini düşünmüyorum.
 
Haftanın üzeni Celil oldu, O’nun perişan halini görünce kahroldum. Sanırım benim de O’nun gibi Tatya’yı unutmam bir hayli zaman alacak. Gerçekten inanılmaz ısınmıştım ve alışmıştım Tatya’ya, sevmiştim de. Tek bir kareyle görünmesi bile içimi ısıttı bir an. Sonra ben de Celil gibi kafamı öne eğdim. Celil ve Tatya arasındaki aşk gerçekten çok güzeldi, bir geçmişleri olduğunu bilmek ve bunu hissedebilmek de rahatlatıyordu insanı. Bu nedenleydi ki Güzide’nin Celil’i görür görmez tam olarak neden tutulduğunu anlayamamıştım. Tatya belli ki Celil’i zamanla, tanıyarak sevmiş ve tutulmuştu. Fakat Güzide tam olarak neyi farklı bulmuştu da gördüğü anda “kara sevdadan yataklara düşecek kadar” tutulmuştu Celil’e? Ben yine de Güzide’yi sevmeye çalışacağım ama ondan önce Celil’le beraber bir süre Tatya’nın yasını tutmak istiyorum.

Bu saç ve makyaj Şura’yı, daha bir Şura yapmış. Balo sahnesinde neredeydiniz?
 
“Oğlan bizim, kız bizim” diyerek Seyit ile Şura’yı sona bıraktım bu hafta. İkisi de çok büyük kayıplar verdiler, özellikle Şura peri masalının içinde yaşıyorken hayatın çirkin tarafıyla ilk defa tanıştı. Her ne kadar kaybetseler de, birbirlerine sahip olmak onları güçlü kılıyordu. Ve yine birbirlerinin elini tutarak, birbirlerinin sevgisinden güç alarak yepyeni bir hayata atıldılar. Özellikle Seyit için bundan sonrası her zamankinden daha zor olacak. Seyit, bir asker olarak yetişmiş ve çok küçük yaşlardan beri bu hayata alışmış bir insan. Hiçbir zaman durağan bir yaşamı olmamış, her zaman farklı heyecanlar çıkmış karşısına ve zaten cephedeki hayatın aksiyonu malumunuz. Hiçbir zaman sıradan bir hayat da yaşamamış Seyit… Görkemli balo salonlarından, her şeye istediği anda sahip olduğu rahat bir hayatı olmuş her zaman. Şimdi ise yepyeni bir yerde, en az geldiği yer kadar zorlu koşullara sahip bir ülkede eski görkemli hayatını geride bırakıp yepyeni bir hayat kurmaya çabalayacak. Seyit için her şeye sıfırdan başlamak hiç de kolay olmayacaktır. Şura ise her zamanki gibi müthiş pozitif, insana yaşama sevinci aşılıyor ve gerçekten her şeyin güzel olacağına inandırıveriyor. Fakat her zamanki tatlı halinin yanına farkı bir tarafı da eklendi bu hafta. Lola’ya karşı bile son derece sabırlı ve kibar olan Şura, Ayşe’ye karşı daha ilk andan pençelerini çıkardı. Ki bence bu hiç tanımadığı bir ülkede, hiç tanımadığı insanlar arasında yanında bulunan tek dayanağı Seyit’i kaybetmemek için oluşturduğu doğal bir savunma mekanizmasıydı. Çünkü artık Seyit ve Şura birbirlerinin sevgilisi değiller sadece… Hayatlarında tanıdık kalan tek şey Seyit ve Şura birbirleri için, tek arkadaş, tek yoldaş, tek aile… Birbirlerinden başka hiçbir şeye sahip değiller ve bu da “kaybetmek” korkusunu her zamankinden daha fazla çıkarıyor meydana, bununda beraber de Şura her zamankinden daha sıkı sarılıyor Seyit’e. Bundan sonra Seyit ve Şura için hiçbir şey kolay olmayacak ama hayatları zorlaştıkça birbirlerine olan aşkları da daha bir güçlenecektir. Söylemeden de geçemeyeceğim; Seyit bu takımların içinde asker üniforması içinde olduğundan daha karizmatik duruyor.

Ve zarafet, her durumda zarafet.
 
Geçen hafta Osman’ın durumu muallâkta olduğundan O’nu “kayıplar” listesine eklememiştim. Fakat bu hafta öğrendik ki Osman da yitip gidenler arasındaymış. Aluşta sınırları içerisinde en sevdiğim karakterdi Osman, Eminof ailesinin içinde pırlanta gibi parlıyordu adeta. “İçinin güzelliği yüzüne vurmuş” derler ya, aynen öyleydi işte. Ve bu güzel yürekli karakteri, olabilecek en acı şekilde kaybettik. Osman, Seyit’in en büyük acısı olarak her zaman içinde kanayacak. Ben ise Şura’nın karşısındaki sevecen tavrıyla hatırlayacağım O’nu.

Ben Zerrin Tekindor’lu fragmanı gördüğüm vakit Çemberimde Gül Oya gibi çift taraflı bir kurgu izleyeceğimizi düşünmüştüm. Bu bölümü giriş bölümü olarak alırsak, sanırım bundan sonra yavaş yavaş o eksene doğru kayacağız. Bu şekilde olursa şayet çok daha tatlı bir şekilde ilerleyecektir hikâye. Nermin Bezmen ve Tina’nın hikâyeye dâhil oluş şeklini ve kurgusunu gerçekten çok merak ediyorum. Zerrin Tekindor ve Tijen Par içinse ne kadar heyecanlı olduğumu anlatmama gerek yok sanırım?

Hevesle beklenen kurgu ve ikili.
 
Son olarak; yeni bir dizi gibi başlayan Kurt Seyit ve Şura İstanbul için, tıpkı Rusya ayağındaki gibi ufak ufak diğer detaylara değinmek istiyorum. Ben Kurt Seyit ve Şura’nın hikâyesini izlerken hiç sıkılmıyorum, gayet akıcı ilerliyor bana göre ve yeni dâhil olan karakterle birlikte de daha renkli bir gidişatı var. Tam manasıyla rayına oturduğunu düşünüyorum, üstelik yeni kadro da çok uyumlu duruyor. Fakat reji ve kanal için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Dün gece kanalın büyük hatası sonucunda koskoca bir sahne kesintiye uğradı, “kanalın hatası” diyorum çünkü tekrarını izlediğim vakit montajda böyle bir kesintinin olmadığını fark ettim. Dizinin hikâyesi gayet güzel akarken, böyle hatalar bu güzel hikâyenin önüne geçiyor ve ben diziyi severek izleyen bir izleyici olarak bu durumdan son derece rahatsızım. Ve bunların toparlanamayacak ya da düzeltilemeyecek şeyler olduğunu da düşünmüyorum.

Kurt Seyit ve Şura İstanbul, ekip için ve biz seyirciler için hayırlı olur umarım. Bundan sonra bizler de yerleşik hayata geçmiş olmanın güveniyle hikâyeyi izlemeye devam edeceğiz.
 
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR