-Sizin köşktekiler hep orkide ister.
-Gülfem Hanım'a papatya alıcam ben!
Jenerik, giriş, müzik... Şu an Adını Feriha Koydum, Aşk ve Ceza hatta Binbir Gece anıları ve hatıraları arasında gidip geliyorum. Bir yandan kahve oldu, alayım derken Gülru'ya araba çarpar gibi oluyor ardından da bir sürü saman saçılıp yakışıklı olgun bir adam ve minik bir genç kadının üzerine dökülüyor. Gülru ile ile tanışmaktan memnunum, onu sevebileceğimi düşünüyorum. Gülfem içinse fazlasıyla endişeliyim şimdilik, Canan Ergüder'i sevmeme rağmen bunu diyorum. Gerçi hanımefendi bizi şaşırtmayı seven bir kimse olduğundan gözlerimi kıstım merakla bekliyorum, neler yapacak konusu kafamı kurcalıyor. Ömer ise sevdiğim bir oyuncu olan Barış Kılıç'a emanet olduğundan keyfim yerinde… Yavaş yavaş evi gezerken hikayeye de giriyoruz. Gülfem Hanım'ın babası ölmüş, cenaze telaşesi var evde. Giden Enver Bey'in ardından evin çalışanları bilhassa Gülru'nun ablası Yonca dedikodu ve eleştiri peşinde. Tanıdık olmadığımız manzaralar değil bunlar, gözüm hep bir yerden ısırıyor. Asmalı Konak’tan başlar, Aşk-ı Memnu ile bitiririz konuşmayı. Cihan'la tanıştık çok geçmeden, kendisini Serkan Badur canlandırıyor. Oldukça sorunlu olduğu belli, bir de hareketlerinden ve obsesif tarafından Gülru'ya aşık olduğunu düşündüm. Ben bu düşünceler arasında gidip gelirken Cihan ve Gülru pıtırcık kızımızın teşvikiyle sıkıntılarını bağırarak atmaya karar verdiler. Karşılıklı bağırma sahneleri daha iyi çekilse ağlatabilirmiş bile izleyenleri ama ışıktan mı, açıdan mı bilmem yer yer komik geldi. Belki de tam anlamıyla bir pembe dizi gibi olması için böyle bir karar verdiler, olamaz mı? Olabilir.
Canan Ergüder karşıma gelip böyle otursa elimdeki kalemi bile masaya koyar saygı duruşunda bulunurum. Hakikaten “devlet gibi kadın” olmuş.
Dipten yukarı gitmeye karar veren bir hikaye bu, daha ilk görüşmemiz ve karşılıklı çay içişimizde kararım bu oldu. Henüz 45 dakika geçmişken alkolik baba- ezik erkek çocuğu kapışmasından Üvey Baba izlediğim günlere de dönmüş bulundum. Sürekli gel-gitler yaşıyorum hava da sıcak zaten, biraz bunalmış bile sayılabilirim ama sabırlı insanımdır, ha gayret diyorum kendime! Mert'in hafif maço, alt sınıf halleri ve bir takım diyaloglarsa beni Nikah Masası'na bağladı. Banu Alkan ve Ümit Besen'in ilişkisine benzemese de bastıkları kaldırımlar aynı, onun güncellenmiş versiyonu diyelim. Ha bir de oğlumuz şarkıcı olmak istemiyor, kızımız da tezgahtar değil, üniversiteden mezun oluyor. Her şey eski moda değil tabii ki; pek duyulmamış bir şey var, hakkını yemeyelim. Aileden olmayan, sadece çok kibar olduğu belli olan Ömer üzerinden ilk bomba patlıyor. Enver Bey neden Ömer'e mirasında yer veriyor ve neden hastanenin başına geçmesini istiyor? Verilen söz ne ki bu kadar büyük bir şeye sebep oldu? Burada komplo teorilerini duymak istiyorum, zira benim aklıma cidden bir şey gelmedi. Ne olmuş olabilir ki bu kadar? Ömer’in damat adayı olabileceği dışında bir şey düşünmek istiyorum.
Barış Kılıç herhangi bir Brezilya dizisinde başrol olabilir, bence sorun yok. Öyle karizmatik biri kendisi.
Gülfem pişman, Gülfem geçmişinden yorulmuş ve izlerken insanı yoran bir karakter. Düşüşleri ve kalkışları da sağlam olacak, ona sinirlenirken sevmeyi de öğreneceğiz belki… Bununla beraber elbette ki senaryo gereği yeterince inatçı değil ki yalıda kalmaya karar veriyor. Kardeşini öldürmek istemesinden ve çocukluk hallerinden de hayatının çalkantılığı olacağı belliymiş. Ömer Hekimoğlu'na fena takılacak, aşırı aşık olup ortalığı çalkalayacak. Dedikodu kısmını geçip diziye dönecek olursam 2014 model fettan bir kadın için yazılan diyaloglar kusura bakmayın ama aşırı eski moda!! Dedim Fatma Girik mi karıştı acaba seslere, ne oldu? Mert yani Vicdan dizisinden tanıdığımız Yiğit Kirazcı bu 2014 model fettan kadın sarmalının neresinde kalır acaba? Gülfem'in genç sevdalısı olur mu? Türk dizileri için oldukça cesur ama olursa şaşırmam. Gülfem'e dönersem moda evinde yaptığı konuşmalar, tavırlar ve tarz Fatma Girik tezimi kanıtlar gibiydi, kahve elimde kaldı ki sormayın gitsin fankafalar! Halide cadısı Gülru'ya değil Gülfem'e atsaymış o tokatları keşke! O yatak odasında parfüm şişesi kırıldıktan sonra arka arkaya yaşanan diyaloglar beni iyice bir Türk filminin içine soktu, çıkardı. Gülfem'in sinir bozucu olması gerekiyor bunu anlıyorum ama hadsizliği yersiz yansıtılmış diye düşünüyorum. Hem bu kadar yüz göz oluş hem bu kadar mesafeli durmaya çalışması matematiği bozan bir şey. Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de Gülfem bütün aileyi nasılsa 'ek iş' yaptıkları için evden kovmaya ama mağdur etmeden kovmaya karar verdi. O nemrut suratlı Halide'de hemen " ay sizzz haklısınız hanımııımmm" tarzında bir kafa işaretiyle konuyu kapadı. Kolayca tahmin edilebileceği üzere trajedi tam en mutlu oldukları anda geldi, haaah tamam dedim! Salih Efendi ve ailesine kapı göründüüü! Kötü şeylerin ve iyi şeylerin bir anda olduğunu bilirsiniz, öyle bir şey bu da. Gülru ise safım aldığı parfümü gitti neşeli neşeli yerine koydu, sonra da Yonca ve Çiçek kendilerini paralamaya başladılar. Bu debdebe sırasında Yonca'ya hak verdim içimde bir yerlerde çünkü ben olmak bunu gerektiriyor.
Serkan Badur”u artık helvacı helva olarak değil, puzzle çocuk olarak hatırlamak istiyorum.
Damat Bey'in ustalıkla oraya serpilmiş "Fatmagül’ün yengesi Mukaddes"vari atarı ile hem Salih Efendi kendi evinden kovuldu hem beklendik o kötü senaryo yaşandı, ablamız düşük yapma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Sonra altı aylık bebeğini kaybetti de. Türk milletinin fıtratında var bu aslında, kriz yönetiminde berbatız. Böyle bir felaket olmaya görsün, çenemizle ikincisini mutlaka getiririz. Kızcağız bebeğini düşürdü, kocası neler diyor? İçimden ayağa kalkıp adamı parçalamak geldi de yastığa gömüldüm, zor tuttum kendimi. Allahım gittikçe anneannem'e benziyorum, şikayetçi miyim? Hayır!! Gülru ve Gülfem'in hazırlanma sahnelerinde Marimar'a bir gittim geldim, arka planda çalan İspanyolca şarkı olunca bir de tam olduk. Cihan'ın ablası Gülfem'in odasından aşırdığı kolyeden bir mevzu çıkacağı da kendini bağıra bağıra belli etti. Bu arada Cihan karakteri ile Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisindeki Murat'a göz kırptığı gözümden kaçmadı. Cihan’ı izlerken Murat'ı Aylin'in peşinden koşarki hallerinde ve mimiklerinde gördüm sanki .
Mert ve Gülru mezuniyet yemeğine gittikleri andan itibaren olaylar davul çala çala geliyordu. Kaldı ki o savaş tamtamlarının çalınmaması Mert'in karakter olayına ters olurdu sevgili izleyenler. Ancak şunu da belirtmem lazım Yiğit Kirazcı daha iyi bir oyuncu yönetimiyle daha iyi yerlere gelebilir, şimdilik üzerinde epey oynama yapılmasına ihtiyacı var. Ne yazık ki bu itiş-kakış ve sosyal statü dalgalanması sahnesinde figürasyon ve diyaloglar yine tam manası ile Türk filmlerinden hallice idi. Artık suya girer gibi alıştım, garipsemiyorum, koy ver gitsin. Gülfem'in Ömer'i yatağa atmak istemesi ise oldukça tatlı oldu bak, içim ürpermedi değil hani!
Gülru tam başıma bir iş gelmesin, şu kolyeyi yerine koyayım dediği anda Gülfem ve Ömer ‘kahve içmek’ adına odaya geldiler. Gülfem Ömer’i zarzor ( yani öyle olduğunu düşündüm ben) sevişmeye ikna etmişken odada saklanmış Gülru ile göz göze geldi. Olası bir Brezilya dizisinde kız adamla kadının sevişmelerini izler, sonrasında o adam sevgilisi olur her sevişmesinde de o anı hatırlardı. Bizimkilerde ne olacak ancak haftaya görürüz de o kadar sert şeyler yaşanacağını açıkçası düşünmüyorum. Daha yumuşak bir geçişle konu tatlıya bağlanır. Tatlı dediysem olay çıkabilir, konudan bağımsız söyleyeyim dedim.
Güllerin Savaşı bir pembe dizi olacağını jenerik müziğinden, tanıtımlarından hatta afişinden bile bağırıyordu. Dizi ilk bölümüyle beni çok heyecanlandırmasa da izlemem için birkaç sebebim var elimde. Annem bir Feriha ve Bir Aşk Hikayesi sever olarak diziyi pek severken, Kösem Sultan’da Damla Sönmez’i izlemiş bir arkadaşım “neden böyle bir şey yaptı bu kız?” dedi. İlk bölümün günahı olmaz, haftaya kadar bekleyelim. Ölmez o güne çıkarsak ikinci bölümde hareket ve bereketin alasını bekliyoruz. Diğer türlü biraz kader, kısmete kalır işler…