Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün
Sezon: 1 Bölüm: 7

"Bu çocuk, o kızı seviyor."

Bu yazıyı da her zamanki gibi odamda, teknolojiye yakın bir yerlerde yazmayı planlamıştım fakat şu an babamın çocukluğunu geçirdiği evde, tahta duvarlara bakarak yazıyorum. Laf aramızda bir an önce de şehre dönmek istiyorum. İşte… Her şey her zaman planladığımız gibi gitmiyor. Ferdi ve Derya’nın hayatında da bu böyle oldu. Yarım kalmamayı planlarken, Kandemir’in sözleri ile paramparça oldular. Geçtiğimiz hafta Ferdi’nin Ceyhun’a yumruk attığı an ile bırakmıştık, bu hafta da o gecenin sabahından devraldık bölümü… O yumruk tüm bölüm ortalıkta dolandı durdu ve en sonunda da Ferdi’nin yüzünde patladı.

Geçen hafta “Hay bin Gıyas!” demiştik, bu hafta da müsaadenizle “Hay bin Kando!” diyeceğim.

Bir gün gelir, aynı gökyüzüne bakmaya razı olursun.

“Gül rengi şarap içilmez mi böyle günde?”

Derya’nın Ferdi üzerinde böyle güzel etkileri var işte, nasıl kıyarsın be Kando?

Her şeyin özeti Karlos’un içli içli “Bu çocuk, o kızı seviyor,” demesiydi aslında… Bu çocuk o kızı seviyor, -Yaren’in deyişiyle- bu çocuk o kız için cayır cayır yanıyor. Her şey Ferdi için ilk defa bu kadar güzel gidiyordu. İlk defa bir hayal kurmuştu ve hayali de O’na ellerini uzatıyordu. Ta ki Esra’nın bencil patavatsızlığına kadar… Ben Kandemir’e çok da kızamıyorum, tepkisi kendince haklıydı. Evet, Ferdi’yi anlamaya çalışması gerekiyordu. Evet, en azından bir parça olsun özenli olması gerekiyordu. Ama Kandemir’in şu an tek amacı Kaptan’ı kurtarıp, O’na olan can borcunu ödeyebilmek. Mevzunun dinleme olayındaki büyük hatanın üzerine gelmesi Derya ile Ferdi’nin en büyük şanssızlığıydı. Kandemir çetenin içine dünyanın en zayıf düşüren duygusunun, aşkın girmesiyle her şeyin nasıl sarpa saracağına şahit oldu. Belki geçmişinden de bu duygu ile ilgili derin bir sınavı vardı. İşte tüm bu nedenleri toparladığımda ortalıkta Esra’nın patavatsızlığından başka bir sorun göremiyorum. Ferdi ve Derya en sonunda kendilerine itiraf edebildikleri ve hatta birbirlerine itiraf etmeye dahi hazır oldukları o duygudan, aynı evin içinde köşe bucak kaçmak durumunda kalacaklar. Özellikle Ferdi için çok büyük bir sınav başlıyor şimdi. Her türlü sınavdan alnının akıyla çıkacağını düşünüyorum Ferdi’nin ama konu aşk olunca bir insan nereye kadar dayanabilir ki? Sevdiğin insan elini uzatsan dokunabileceğin kadar yakınken, daha da güzeli o da sana ellerini uzatıyorken senden koparıp yıldızların ötesine atıyorlar. Çok zor zaman şimdi…

Ceyhun’a bakışım –şu anlık- tam olarak bu.

Peki sanıyor musunuz ki Ceyhun, Ferdi’yi düşündüğünden yumruğu O’nun attığını herkesten sakladı? Tabii ki hayır… Ceyhun öyle bir adam ki olumlu veyahut olumsuz her şeyi kendisine yönlendirmeye bayılıyor. Gerisini hiçbir şekilde ve koşulda düşünmüyor. Şiir olayında da bu böyleydi, yumruk olayında da aynısı oldu. Her şey Derya’nın gözüne ve gönlüne girebilmek için… Yani ben “Helal olsun Ceyhun’a, yumruğu Ferdi’nin attığını söylemedi. O’nu ele vermedi,” diyemiyorum. Çünkü biliyorum ki Ceyhun, kendisine yarar sağlamayacak hiçbir şeyin yakınında olmaz. Umarım, Ceyhun ile ilgili bu izlenimim zamanla silinir ve ben de O’nu sevebilirim.

Aman her yerden çık, eksik kalma sakın.

Hem ısrarcısın, hem bencilsin, hem de patavatsızsın kızım ya. Gerçi buna pek patavatsızlık denmez ama…

Ben şayet birini ya da bir karakteri sevmez isem bunun sağlam sebepleri vardır, boş yere kimseyi gönlümden dışlamam. Esra da kendisini neden sevmediğimin adeta sağlamasını yaptı bu hafta. Öncelikle Esra, inanılmaz patavatsız ve gereksiz yere fazlaca ısrar eden bir karakter. Bir insanda hiçbir şey olmasa “istenmediğim yerde durmam” gururu olur, Esra’da bu da yok. Diyorum ya, tam olarak Ceyhun’un kadın versiyonu… Esra da tıpkı Ceyhun gibi kendisinin yararına olabilecek her şey için her türlü şeyi yapabilecek potansiyelde bir kadın. Bizim çeteye hırsız diyorsunuz ama Esra ve Ceyhun’unki daha ağır, onlar mutluluk hırsızı...

En son ne zaman böylesi güzel bir dostluk izlemiştim, hatırlamıyorum.

Merkür’ün derin etkileri…

“Bu çocuk sevince böyle olur, biz sevince böyle oluruz. Severiz yani…”

Elime çatal bıçak alıp sizi yemeye başlayacağım sanırım.

Bazen o kadar basit değil işte Karlos.

Esra nasıl ki Ceyhun’un kadın versiyonuysa, Yaren de Ferdi’nin kadın versiyonu ve şu an ikisi de aynı sınavdan geçiyorlar. “Hatırlarsınız,” diye girmeyeceğim çünkü Yaren ile Karlos arasındakini unutmak mümkün değil. İnsanın hafızasına öyle bir kazınıyor ki, kimi zaman sabah gözünüzü açtığınızda aklınıza gelen ilk şey oluveriyorlar. Karlos kırgın, Yaren çaresiz… İkisi de kendisine göre haklı ama ben Karlos’a bir parça daha kıyamıyorum sanki. Hele ki geçen haftaki o çaresiz halleri gözümün önüne geldikçe içim acıyor ve ne içimin acısına ne de Karlos’un yarasına merhem bulamıyorum.

Buruk Acı’ya yeni bir soluk getiren Karlos ve Yaren onlayn mı?

Yaren’in bu hayat dersinin altında büyük bir yarım kalmışlık var zannımca.

Karlos’un Ferdi için dediği “Bu çocuk, o kızı seviyor.” cümlesini ben de Karlos için söylemek istiyorum. Bu çocuk, Yaren’i seviyor. Nefessiz seviyor hem de, O’nu gördüğünde soluk almayı unutacak kadar çok seviyor. Ve –Yaren’in suçu olmasa da- sevdiği kadar da kırılıyor işte… Ne yapsın ki? Sevdiği kadın O’na “Seni ilgilendirmez,” demiş, ne yapabilir ki Karlos çaresiz kalmaktan başka? Karlos ve Ferdi gibi adamları koruyup kollamak gerek, bulduğun yerde sarıp sarmalayacaksın ki nesilleri iyice tükenmesin.

Kalbi çürümüş insanlar…

Neyse ki kalbinin atışını hisseden insanlar da var hala…

Gelelim bu haftanın Kaymak Teyze’sine… Bence Kaymak Teyze Ulan İstanbul’un yedi bölümlük geçmişindeki en güzel hikâyeydi. “Kötü adam” dediklerimizle her zaman karşı karşıyalar zaten ama arada böyle hayatlara dokunup geçmek de inanılmaz güzel. Kaymak Teyze’nin hikâyesindeki güzel anlarda Karlos ve Yaren’in izinin olması öyle güzeldi ki. Böyle hayatlar yaşayan insanların var olduğunu bilmek ise Kaymak Teyze’ye daha fazla üzülmeme neden oluyor. Kendisinin de bir gün yaşlanacağını unutarak ailesine sırtını dönen insanlara bakıyorum, bir de hayatı boyunca bir ailenin hayalini kurmuş insanlara bakıyorum. Gerçekten, hayat çok zalim be! Neyse ki koleksiyoncu abiden tüm hırsımızı aldı çetemiz bizim adımıza…

Tanımlama gibi tanımlama!

“Git ibadetini yap sen. Sizinki kaç rekât?”

“1 milyonun var mı be abi?”

Fakat Meltem esaslı kadın çıktı.

Geldik mi zurnanın zırt dediği, trenin düt dediği yere?

Gerçekten çok güzel bir Ulan İstanbul bölümünü de ardımızda bıraktık. Bu hafta böyleydi. Biraz anı, biraz ayrılık, biraz hüzün… Siz bu satırları okurken ben şehre geri dönmüş olacağım. Yarım kalmayacak hikâyelerde yer alacağınız güzel hayaller ve hayatlar dilerim hepinize…

 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR