Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Gösteri devam etmeli
Sezon: 2 Bölüm: 1
“Sarah Manning’i özlemek” isimli eserim çok yakında.
 
İlk sezonuyla tadını damaklarda bırakan Orphan Black, ikinci sezonu ile yine çok güzel bir başlangıç yaptı. İlk sezonda bizleri karakterlere ve olaylara ısındıran, yavaş ve sağlam adımlarla kendi dünyasını kuran Orphan Black ikinci sezon ile de sağlam temelinin üstüne binasını kurmaya başladı. Koca bir senenin ardından şunu söyleyebilirim ki; olayları ve karakterleri bunca karışık olan –özellikle benim gibi unutkan insanlar için- bir dizinin akıllarda nasıl yer ettiğini, o karışık olayların aslında hafızalara nasıl sağlam yerleştiğini yıl üzerine diziyi izleyip hiçbir şekilde yadırgamayınca anlıyor insan. Demek ki Orphan Black bizleri sessiz ve derinden ele geçirmiş. Dizinin diğer bir sevdiğim yanı ise; sağına soluna bakmadan, kendi meselesine odaklanmış olması. Hikâye neyi gerektiriyorsa o şekilde ilerliyorlar. Ellerindeki hikâyenin potansiyelinin farkındalar ve sırf ilgi çekmek için yerli yersiz hamlelere ihtiyaç duymuyorlar. Neyin, ne zaman gerekliyse o zaman gerçekleşeceğini bilmek de ekran karşısında insanı bir hayli rahatlatıyor.

Akıllarda ufak ufak soru işaretleri bırakarak ve kafa karışıklıklarıyla sezonu kapatan Orphan Black’in açılışını yağmur altında nefes nefese bir Sarah ile yaptık. Sonradan anladık ki hikâye bıraktığımız yerden, Kira ve Mrs. S.’nin ortadan kaybolduğu geceden devam ediyormuş. Herhangi bir zaman atlaması olmamasına çok sevindim, zira zaman atlaması olduğu zaman bizim görmediğimiz kayıp kısımlar bir parça havada kalabiliyor. Orphan Black bu açıdan da gerçekten çok sevilesi; seyirciyle paralel olarak gidiyor ne bir adım önde, ne de bir adım geride.

Yeniden merhaba “evil queen” Rachel.
 
Kira ve Mrs S.’nin ortadan kaybolduğunu gören Sarah’nın –doğal olarak- ilk şüphelendiği kişi Rachel oldu. Tüm o sözleşme, tehdit ve karışıklıkların arasında kuşku yaratacak başka bir şüpheli de görünmüyordu meydanda. Sonradan öğrendik ki Rachel, ‘kidnapped’ gibi basit bir olaya girmemiş. Aksine kendisine yönelen şüpheleri de çok akıllıca kullanarak, Sarah’ı kendisine çekmiş. Karizmatik kötülere duyduğum sempatiden Rachel da kendi payını aldı tabii ki; şu an benim gözümde Rachel herkesin çok şey beklediği, ailenin en parlak gelecekli çocuğu. O’nun gibi zeki bir kadın, hikâyenin “evil queen”i, asla böyle basit oyunlara girmez. Rachel’ın öncelikli meselesi belli ve bu yola baş koymuşken kendi başına bir başka dert açmaya da hiç niyeti olduğunu zannetmiyorum. Hatta bu işin sonunda Kira’yı –bu isme de hiç alışamayacağım sanırım- bulan kişi Rachel bile olabilir.

Bu kareyi de buraya bırakmadan geçmeyeyim, enfes sahneydi.
 
Hikâyemizin gerçek kraliçesi Sarah Manning ise bölüm boyunca kendisine hayran bıraktı yine. Yılların getirdiği tecrübeyle, asla yaş tahtaya basmaması gerektiğini öğrenmiş. Girdiği kafeteryada peşine düşen adamlardan kaçışına ve Paul’la konuşabilmek için kurguladığı oyuna hayran kaldım. Şu saatten sonra kendisini tüm meziyetleriyle birlikte Kira’yı bulmaya adayacaktır fakat umarım elimizde kalan hepi topu dokuz bölümü de Kira’yı aramakla geçirmeyiz. Kira ve “kaçırılma” kelimelerini aynı cümlede kullanmışken; Rachel’ın kaçırmadığını öğrendiğimiz Kira’yı, kendilerini klonları teker teker öldürmeye adamış tarikatın kaçırdığı fikrini rahatlıkla ortaya atabiliriz. Neticede, doğum yapma şansı bulunmayan klonlardan biri tarafından dünyaya getirilen bir çocuğun çok kıymetli olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Ben hala Helena ve Sarah’nın köken olduğunu düşünüyorum ama tabii ki şu an konumuz bu değil.

Helena bu hikâyenin kesinlikle en güzel parçası.
 
Sezonun en güzel sürprizi Helena’nın ölmemiş olmasıydı. Ben yüzdeyi bayağı bir yüksek tutmuştum Helena’nın ölümü ile ilgili, bu nedenle bir parça buruk başlamıştım. Helena’nın ölmemiş olması ve ilk bölümden karşımıza çıkması beni çok mutlu etti. Şüphesiz hikâyenin bünyesinde barındırdığı en şahane ve ilgi çekici karakter oldu kendisi. Bu “tarikat” mevzuları içinde de çok ilgi çekici duruyor. Ben Helena’nın her ne olursa olsun Sarah’a zarar vereceğini düşünmüyorum, neticede annesinden kendisini kız kardeşinden ayırdığı için nefret ediyordu. Bir parça da cahil kötülüğü var Helena’da, kendisine ne denilirse inanacak gibi. O nedenle Sarah’nın, Helena’yı ikna etmesi de çok zor olmayacaktır. Bir an önce fiili olarak hikâyeye dâhil olur umarım.

Geçen sezon Cosima’nın, Alman’ın yakalandığı hastalığa yakalandığını öğrenince “Gidiyor gönlümün efendisi” diye üzüntümden kahrolmuştum. Bu sezon gördük ki; Cosima, Delphine ile birlikte yakalanmış olabileceği muhtemel hastalığı araştırmaya başlamış bile. Cosima ile Delphine gerçekten çok iyi bir ikili, izlerken büyük keyif alıyorum amma ve lakin Delphine pek de güvenilir bir imaj çizmiyor. İki tarafa da göz kırpması fazlasıyla rahatsız edici.

Delphine ve Cosima ikili olarak iyi de, Delphine’in bireysel olarak yolu pek doğru değil sanki.
 
Angie ve Art’ın ise Sarah’nın peşini bırakmaya pek niyetleri yok gibi. Dizideki diğer karakterlere karşı olduğu gibi Art’a karşı da bir güven problemi yaşıyorum. Sarah’ya gerçekten yardım etmek ister gibi duruyor, bir yandan samimi geliyor fakat diğer yandan Angie ile olan diyalogu insanı şüpheden şüpheye sürüklüyor. Sadece Sarah’nın güvenini kazanıp daha sonra elde ettiklerini O’na karşı koz olarak kullanmak istiyor da olabilir.

En çok özlenen ikili Felix ve Alison’u ise tatlı niyetine en sona bıraktım. İki zıt karakterden bu kadar mükemmel bir ikili çıkacağını ve benim de onların sahnelerini dört gözle bekleyeceğimi ilk sezon başlarında hayatta tahmin edemezdim ama gerçekten inanılmaz keyifli oldular. Alison’un anaç tavrına zaten hastayım, Felix’in “ortam çocuğu” tavırlarıyla yan yana geldiklerinde çok acayip bir şey çıkıyor ortaya. Bu bölümdeki kafası güzel Felix ile pembe pijamalarının içindeki Alison’un sahnesi ise; yetmez ama evet. Umarım daha fazla izleme şansı buluruz bu ikiliyi. Ve sadece ikili olarak değil ayrı ayrı da inanılmaz keyifliler, tek bir anla bile dizinin tüm gerilimini alıp götürüyorlar. Allison’ın biber gazı ve düdüğü ise bölümün yıldızıydı, inanılmaz keyif aldım O’nu izlerken. Müzikalde başrol aldığındaki sevinci, Ramon’dan gizlice silah satın alırken bir yandan da “Annen nasıl?” diye sormasıyla tatlılıktan ölecekti. İnsanda sarılıp yanaklarını sıkma isteği uyandırıyor.

“Sen ne giyiyorsun öyle?” dedikten sonra Felix’in montunu ilikleyen Alison güzelliği.
 
Uzun lafın kısası; geçen sezon kendisine bir temel oluşturan Orphan Black, yine aynı özenle yoluna devam ediyor. Hikâye; tarikat, neo-evrim ve klonlar çevresinde çok ilginç bir hikâyeye sahip zaten. Bu sezon da üzerine koyarak ilerleyeceklerine eminim. Karakterlerin ise her biri öyle keyifli ve de kıymetli ki şimdiden elimizde sadece dokuz bölüm olduğunu bilerek üzülmeye başladım bile. Tatiana Maslany ile bildiğiniz gibi; yine ve hep mükemmel!
 
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR