Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Et-tekraru ahsen, velev kâne yüz seksen*
Sezon: 3 Bölüm: 60

*Yüz seksen defa da olsa, tekrar etmek güzeldir.

Yazıya bu başlığı attım çünkü karakterlerin hepsine bir şekilde tekrar tekrar haddini bildiren hayat imtihanına güzel bir gönderme olsun. Karagül çok netameli bir hikâye. Ve izlerken seyredeni de tokatlıyor. Karagül’de yaşayan karakterlerle beraber biz de tokatlanıyoruz. ”Kendini mi unuttun? Al sana! Haddini mi aştın? Al bir tane de yüzünün tam ortasına!” diye diye dövüyor bizi senaristler. İsteyen Kendal’la, isteyen Kadriye’yle, isteyen Ebru’yla, isteyen Narin’le, isteyen Emine’yle, isteyen Sibel’le empati yapar. Dayak isteyene sopa çok sizin anlayacağınız. Seyrederken elimizin ayağımızın buz kesmesi de var ama içimizi sımsıcak yapan güzel detaylar da var. Hayat gibi. Tıpkı hayat gibi…

“Çok mu şey istedim ana, çok mu? Allah’tan bir oğlan evlat istedim ben. Yanımda olacak, boyu boyumu geçtiğinde gururlanacağım, askere gittiğinde arkasından gizli gizli ağlayacağım bir oğlan! Yanımda gururla gezebileceğim bir erkek evladım olsun, Kendal’a bu kadarı çok mu be ana?”

Kendal: Yaa ağam, keser de hesap da böyle dönüveriyor işte. Sen hoparlörlerden davullu zurnalı “Oğlum oldu, oğlum!” diye anons yaparsın ama halay çekerken mendilinin değirmi gözüne(!)  böyle kaçıverir. Sanırım benim Kendal’la empati yapan yerlerim ağrıyor artık. Empati falan yapamıyorum yani. Çünkü Kadriye’nin deyimiyle çok azdı. Doğan sabinin tabi ki günahı yok ama hangi evlat babasının günahını çekmemiş ki Mehdi bebek kusur kalsın. Kadriye’nin dizinde ağlarken azcık üzüldüm yalan yok ama minnacık, eser miktarda yani. Kendal’ı Özlem’e bile muhtaç eden senaristlerimize diyecek sözüm yok. İntikamları pek yaman valla. Onun da doğmamış bebeğinin kıymetini vurdular Kendal’ın yüzüne yüzüne… Hep anaların ağladığı bu hikâyede babaların istim üstünde olması çok canımı sıkıyordu. Önce Murat’ı Baran eliyle,  sonra Kendal’ı Asım eliyle yerden yere çalmaları çok iyi oldu, çok da güzel oldu. Esip gürleyen Kendal’ın bir söğüt dalı gibi tir tir titremesini de seyretmek varmış. Elinin ayağının kesilip boş çuval gibi yığılmasını da… “Ciğerin soğudu mu?” derseniz, valla ne yalan söyleyeyim soğumadı. Hala Asım’ın babalığını hak etmiyor çünkü. Asım’ın ayaklarına kapanıp nedamet içinde af dilemedikçe de soğumaz sanırım. O nasıl babasından göremediği yakınlığı Asım’a göstermiyorsa daha yüzünün gülmeye hakkı yok çünkü.

Kadriye: Kendal’ı sarsıp sarsıp koltuğa fırlattıkça babalığın sadece zevkini geçirmekten ibaret olmadığını izleyenlere hatırlattı. Sözüm meclisten dışarı, hani amiyane olacak ama ”Ana gibi yar baba gibi hıyar olmaz,” deyimini hatırladım seyrederken. Ana evladı için kaplan kesilir çünkü. Babaların en ufak zorlukta elinin ayağının kesilip şuurunu kaybetmesi o sekansta güzelce anlatıldı. Piremsesimin kuması yokmuş arkadaşlar. Benim tahminler patladı sizin anlayacağınız. Fikriye, piremsesin kardeşiymiş çünkü. Ve dahi Melek’in de anası. Mehdi’nin mezarını talan edenin de Fikriye olduğunu anladık böylece. Bu arada o mezarlık sahnesinde de piremsesin yanında Melek’in olması enfes detaymış. Mehdi puştu “Herkesin hayatına karışıp hayatı zindan etmeliyim,” düsturunda yaşayan bir insanmış zaar. Fikriye’nin hayat’ı, Kendal’ın hayatı, Ebru’nun hayatı, Narin’in hayatı derken domino etkisiyle adamın liste bütün Şamverdileri kapsıyor valla. Hiç boş geçmemiş herif. Benim anlamadığım Fikriye ne gibi bir deprem yaratacak ki, Kasım ve Özlem gözlerini kısıp kısıp vay bee dediler? Laaann yoksa Salman, Melek’in babası mı? (Ahahahahahahah yine uçtum.) Olaylar olaylar valla.

Ebru: ”Benden sakladığınız sır ne?” diyerek cevaplar arayan garibim Ebru iki haftadır Yetiş Bacım’a evirildi. Alo Hızır hattı gibi oldu kadın. Sorunlu ergeniniz mi var? Zııırrr! Yetiş Ebru! Kaybolan çocuğunuz mu var? Zırrr! Yetiş Ebru!  E bu kadın kendi belalı ergenlerine ve tripli ufaklığına ne zaman yetişecek? Bir de saklanan sır var. Yetmedi iş güç gailesi var. Ohoo, bacım senin çok işin var çoook. Bu arada giyimi kuşamı düzelen Ebru’yu daha bir sevdim. Murat’ın ölü toprağı iyice gitti üstünden. Baran’a düşkünlüğüne, engel olamadığı o sahiplenme dürtüsüne de BA YI LI YO RUM. N’olur herkes sırlarını eteklerinden dökerken Ebru’nun da yüzüne gülün artık. 

“Artık susmak istemiyorum Narin. Artık beklemek istemiyorum. Hayatımın iplerini elime alacağım. Eğer yanında beni istiyorsan bana karşı açık ve net olmalısın. Yüzüğü parmağına takmasaydın bu kadar cesur olmazdım. Sen beni cesaretlendirdin. Zamanı değil biliyorum ama o yüzüğü parmağında gördüğüm andan beri duramıyorum sabahı zor ettim. Şimdi sıra bende, şimdi sıra bizde Narin.”

Narin: Sevildiğini duyduğunda utanan bu adı güzel kötü olabilir mi hiç? “Ebru’ya Baran gerçeğini Kendal söyler,” diyorum ya hani, gönlüm Narin’in söylemesinden yana tabi. Nasıl bir sahne olur acaba? Ayy düşünmesi bile zor. Narin Oğuz’un büyük itirafından sonra resmen ambale olmuştu ama hikâyedeki tüm kadınlar gibi o da  sevincini yaşayamadan dert ve kasavete sürüklendi. Özlem’in avluda  Fırat’a ve Narin’e verdiği ayar tadındaki misal sertti ama gerçekti. Hangi gerçek acıtmaz ki? Narin’in sırrını Oğuz’a açma vakti gelmedi mi sizce de? Narin’in Oğuz’a karşı kendini tam anlamıyla açması lazım artık. Oğuz kendi kızıyla olan sıkıntısını paylaşıyor çünkü. Hayat arkadaşlığı için adım atacaklarsa eğer, o adımlar tay taylamaktan öteye geçmeli. 

“Asla Asım’dan faydalanamayacaksın! Demiştim, sana demiştim Asım’dan medet umacağın gün gelecek diye. Yan şimdi Kendal yan! Çaresizlikle, korkuyla tek başına acılarınla yan!”

Emine - Asım: Hikâyenin en sinir ucu bu ikili. Bunlara yapılan zulmün bizdeki karşılığı sanırım ana-bacı küfredilmiş etkisi gibi. En hassas noktamız Emine ve Asım. Emine oğlum diye çırpındıkça, Asım ”Anne seni çok seviyorum,” dedikçe onların kimsesizliğine derman olunmadıkça rahat huzur görmeyeceğiz sanırım. Emine’nin çaresizliği, çaresizken bile dimdik ayakta durması görmek isteyen göze adeta projektör ışığı gibi… Kendal’a “Asım nerede?” diyerek indirdiği her tokatta ciğerimiz serinledi. Yardım isteyeceği her ele çaresizce sarılıp yalvarması vicdan yarası adeta. Kayıtsız kalmak nâmümkün. Asım’ın nasıl bir yüreği var acaba? Vücudu’nun acizliğini nasıl bu kadar kabullenebilmiş? Araz’ıyla barışmış da babasızlık kırabilmiş sadece kolunu kanadını. Emine muazzam sevgisiyle nasıl nüfuz ettiyse Asım’a “Hadi kardeşim Allah versin,” diyen densize “Paranın üstü kalsın,” diyebilecek kadar tahammülkar. Ah be Asım’ım keşke vücudun sıhhat bulsa da Kendal’a “Sana muhtaç değilim!” diyebilsen. Hoş bu halinle diyorsun da biz açgözlüyüz yetinmesini bilmiyoruz. Emine Asım diye haykırdıkça, hikâyenin bütün kilitlerinin onda olduğunu bir kere daha anlıyoruz. Ebru’nun Baransız kalmasını, Şamverdilerin günahlarının bedeli senin varlığın madem, sen başlatmışsın madem  bu çaresizliği, sen bitir Asım. Hülya Duyar ve Can Atak ikilisi için ne diyebilirim ki? Muhteşemsiniz…

“O kadar yanlış davrandım ki… Amcamın oyununa geldim ben!”

Baran: Babası öldüğünde intiharın kıyısına gelen Baran’ın şakülünün kaymasını tabi ki çok görmemiştim. Kuzuya sağlam bir tokat lazımdı, sağ olsun Emine sağlam silkeledi. Asım’a ettiği ayıptan dolayı onun yerine biz yerin dibine geçmiştik ama sağ olsun yüzümüzü yerden kaldırmasını da bildi çok şükür. Kendal manyaklık yaptığında niye ses çıkarmıyor diye çok sinir oluyordum, bu bölüm çok şükür Asım konusunda o da sesini yükseltti. (Gerçi Kendal  birini dövmeye kalktığında kazık gibi durmayı bıraktığında geçer not alacak daha.) Sonrasında Emine’den dilediği özür ile “Oh be! Benim bildiğim, sevdiğim merhametli kuzu bu,” dedim işte. Baran’ımızı fabrika ayarlarına döndürdüğünüz için çik tişikkirlir. ^__^ Şu pespaye Murat’ın yaşarken hayrı dokunmamış ki yavruya, öldükten sonra dokunsun. Ayşe konusuna gelince Baran’ın sırrı bildiğini öğrenince klasik olarak Ayşe’nin trip atıp küseceğini az çok tahmin ediyorum ama rica ediciiim bu tipik klişeyi ille de yapacaksanız şokunu çıkarmadan yapın. Bu yavrucaklar normal olsun istedikçe kader ağlarını maşallah trikotaj makinesi ile haldır haldır örmeye devam ediyor. Baran’ımın kardeşinin ağlamasına dayanamamasına da kurban olurum. Tiwitter’da yerleri gökleri yıkıyorlar kardeş sahnesi olsun da olsun diye. Valla ben peçeteye yazılan istek misali yazılmış, çekilmiş yapay vıcık sahnelerin yerine mantığa uygun bu gibi sahneleri tercih ederim. Baran kardeşleri ile gerçek manada yakın olmaya başlasın artık. Yaptığı eşekliklerin farkına vardı zaten. E daha da Kendal’ın veya Narin’in dolmuşuna binip 180 derece dönerse çocuğumu ben bile aklayamam artık valla. Eee daha farkında olmasa da anasının sevgisinin de tadını aldı artık. Açılsın artık çakralar…

“Beni anasız babasız bıraktın ABLA! Anne olmaya hakkın var mı? Anne oldun mu ki anne gibi davranıyorsun. Söylesene ABLA! Benden esirgediğini ona verebilecek misin? Bunu kendine hak mı görüyorsun? İşte bak oğlun gidiyor. Anası analığını hak etmediği için gidiyor ABLA! Söyleyecek bir şeyin var mı? Söylesene ABLA! Söyle, belki o zaman kurtulur. Söyle, o zaman belki oğlun da kucağında olur.”

Sibel - Ayşe: Bu ana kız, Karagül'de hikâyesini en çok merak ettiklerimden. Sibel'in kendi deyimiyle “çocukluk hatası”nın meyvesi olan  Ayşe için hayatını sebil etmesinin hikâyesi öyle üstün körü konuşulacak bir şey değil. Kasım'ın “Seni gönlümden azad ettim,” demesini duydu Sibel. Sibel'in sessizce gözlerinden dökülen yaşlar iyi veya kötü bu aşka dair umut beslediğinin de kanıtı. Kasım “Seni azad ettim,” dedikten sonra Sibel'in onun peşine düşmeyeceğini tabi ki biliyoruz. Sibel Kasım'dan o kadar çok kaçmış ki nasıl yakınlaşılır unutmuştur muhtemelen. İkisinin bu marazi aşkından sağlıklı bir birliktelik çıkar mıydı bilinmez ama Sibel'in umudunun bir kalemde silinmesi beni çok üzdü açıkçası. Özlem'e aşk sözcükleri sıralayan Kasım, Sibel'in büyük sırrı ortalara döküldüğünde hiç mi acaba demeyecek? “Acaba mı?” dediğinde Sibel'in peşine düşmesi sadece Ayşe için olur zaten. Sibel'in bu büyük sır yüzünden Ayşe tarafından yalnız bırakılacağı zaten kesindi de bari gönlünü ısıtıp elini tutabileceği bir Kasım'ı olaydı. Özlem de mutlu olsun aşkı bulsun tamam da, ya Sibel? Peki Sibel? O aşkı kimde bulacak? Onun yüzü nasıl gülecek? Evladı için hayatını erteleyen kadınların aşkı bulması  bu kadar mı abes? Sibel, Emine gibi evladı için ömrünü yakan kadınlardan olmak zorunda mı? Sibel'in tek imtiyazı, Kendal'ın oğlu yüzü suyu hürmetine bir çatı altında durabilmek mi? Sevilmekten yana imtiyaz sahibi olamaz mıydı? Kasım tam akıllanmış, uslanmış baba olacak kıvama gelmişken, Sibel'in geleceğe dair umut etmesini sağlayabilecek hale gelmişken  avuçlarından aldınız. Ya Sibel? Peki Sibel? Karnındayken Kendal'ın oğlu olan, doğduktan sonra acısı yüreğine düşen Mehdi bebek için omzundaki büyük sırdan da sıyrıldı artık. Yüklerinden biri gitti ama imtihanı tabi ki bitmeyecek. Ayşe'nin sessizce kabullenmeyeceğini zaten  biliyoruz da tek başına kalacak olması beni üzen. Etrafında ona destek olacak ille birileri olacak lakin yüreğini ısıtacak biri olmadıktan sonra yalnızlıktan azade mi olmuş olacak?  Herkes aşkı bulsun mutlu olsun elbet ama ya Sibel? Peki Sibel? Omzundaki yükü, bebeğin hastalığı ile artık atmak zorunda kalan  Sibel'in rüyası geçenki Ebru'nun rüyası ile korkutuculuk bakımından yarışır valla. Hem Ebru Ojen'in hem de Sevda'nın muazzam performansları için ne desek az. Rüya sahnesinde emeği geçen herkesin aklına, yüreğine, emeğine sağlık. Tabi ki rüyanın linkini koyacağım. Sahneyi Ekranella okuyucuları için kesip hazırlayan @narinim85 nickli kardeşime de teşekkür ederim.

Rüya Sahnesi:


Ada - Maya: Maya’nın içini döktüğü mektupları bulup okuyan Ada’nın da  büyümesi böyle olacakmış demek. Aferin kızıma. Sağlam tokat yemeden sesinin kısılacağı yoktu gerçi ama bu kadar acı olmasaydı eyiydi. Ada, babasının annesini aldatmış olmasına kadın gözüyle bakamamıştı. Tabi ki doğal olarak evlat gözüyle görüyordu, her şeyi ve o hırçınlıkla kırıp dökmekten bir saniye imtina etmemişti. İşte “Bekâra yuva dağıtmak kolay gelir,” misali ortalığı birbirine katan annesini kırıp döken Ada’nın annesiyle aynı kaderi yaşaması senaristlerin kimsenin gözünün yaşına bakmamasının da kanıtı. İnsan kınadığını yaşamadan ölmezmiş ya hani, “Aldattıysa aldattı, n’olmuş? Babam o benim  babam,” diye annesine harlayan Ada’nın imtihanı da kendi kınadığını yaşamak olacakmış demek ki. Serdar’ın yüzüne hiçbir şey diyemedi, Maya’nın yüzüne bakıp “Bunlar nedir?” diyemedi. Aşk acısı büyütür insanı böyle. Gerçi ortada ki mesele Serdar’dan azade bir durum. Bu mesele Ada ile Maya arasında çözülmesi gereken bir mesele. Tabi ki Ada’nın bu olayda zerre suçu yok. Çünkü ikisini de “Neyin var?” diyerek ayrı ayrı darlamıştı. Eee, bir avazda söyleyeyim de kurtulayım diyerek dike dökülecek bir durum olmadığı için de yıkımının şiddetli olması kaçınılmazdı. Ada ve Maya’nın ilişkisini ne hale getirecek kestirmesi güç ama ortaya çıkmasından memnunum ben. Ayhh bu belirsizlik iyice ruh mengenesi halini almıştı, ortaya çıkması iyi oldu. Ada, “O benim kardeşim değil!” diyerek ter ter tepindiği abisine de yakınlaşmış oldu bu bahaneyle. Valla çok da iyi oldu. “Siz istemezsiniz belki ama o şer de bir hayır vardır,” diye boşuna dememiş yüce yaradan. İşte bunlar hep Ada gibi gereksiz atarlanan oğullarımıza/kızlarımıza hayat dersi. Maya’ya gelince; önceki bölümdeki Ada’ya patlamasının Serdar yüzünden olmadığını anlamıştık. İkizini Deniz’den kıskandı Maya. Sahiden de haddinden fazla bir samimiyet oldu. Maya ile dershaneye gitmeyen Ada, Deniz’e “Sen gelmezsen ben de gitmem! Kafa dengi kimse yok,” demelerine Maya hep şahit oldu çünkü. Bunlar görmezden gelinecek detaylar değil Maya için. O konakta ve şehirde  Ada nasıl yalnızlık çekiyorsa, Maya da çekiyor. Ada’nın Deniz’le ikili olup kendisinin dışarıda kalması tabi ki üzdü Maya’yı. Serdar konusunda da zaten ambale olmuşken infilak etti sonunda. ”Kardeşinin sevgilisine âşık olur mu insan? Maya ahlaksızlık yapıyor,” minvalinde yorumlar okuyorum çokça. Valla arkadaşlar, kimsenin birbirinden haberi yokken âşık olmalarını geçtim, aşk öyle otomatik şalteri olan bir olgu değil. Şalteri kapatınca bitsin gitsin diyebileceğiniz bir şey hiç değil. Aşk insan da ne akıl ne mantık ne de ahlak bırakır. Seyrettiğimiz hayal ürünü bir kurgu olsa da, yazanlar da olmayacak şeyleri yazmıyorlar sonuçta. Takdir edersiniz ki fantastik/bilimkurgu değil dram senaryosu seyrediyoruz. Dram her olgusunu, her çatışmasını insan zaaflarından alır. Kimse büyük laflar edip, giyemeyeceği büyük büyük donlar biçmesin derim ben. Ada bir süre daha bildiğini saklar bence. Hatta ben Baran’a söylemesi taraftarıyım beraber dertlensinler isterim lakin Baran, Maya’nın da üzüldüğünü görünce sakin durmaz. Onun için tek çare üçlünün yüzleşmesi galiba. Yumurta geldi kapıya dayandı arkadaşlar, o yumurta çıkacak artık başka yolu yok. 

“Ada, sen olmasan ben ne yapardım? Aslında sanırım ben senin sürekli Deniz’le olmanı da biraz kıskandım, yani seni paylaşmak ağır geldi.”

Oğuz - Deniz: Çocuklar, anne ve babaları ile her konuda tartışsın isteyen tiplerdenimdir. Yani Anne ve babanın tanrıcılık oynadığı ebeveyn tarzı, benim de tarzım değildir. Lakin dizilerimizde had sınırlarını aşan her lakayıt tutumun “O çocuktur, cahildir,” pışpışlaması ile geçiştirilmesi de beni tilt eder. Deniz’in babasına köpek muamelesi çekmesine hadi bir şey demedik diyelim ama sofraya köpek muamalesi çekmesi beni de dellendirdi valla. Oğuz’un tavrı da tam da hadsiz bir evlada yapılması gerektiği gibiydi. Evlat evlatlığını, ebeveyn ebeveynliğini bilecek. Bir konuda yerden göğe kadar haklı olsanız da hadsizce davranırsanız ciddiye alınmamayı da sonuna kadar hak edersiniz maalesef. Deniz zaten ultra itici bir tipken bu gereksiz “Ben haklıyım taaam mııaağğ?” tavrı iticiliğini arş-ı âlâya yükseltiyor. Adeta cennetten düşmüş ay parçası gibi olan o baba ve amcaya Deniz’in düşmesi de nasıl açıklanır bilmiyorum? Anasının vasat genleri baskınmış zaar. Ahahahahha, başka bir açıklama bulamıyorum ben zira.

Özlem - Kasım: Güzel, romantik, sağlam bir çatı kurulmuş, kat’a hakkını yemem ama ben bu aşkı sahici bulamıyorum. Sanırım hep,  “Hııı öylemiii? Anlat anlat heyecanlı oluyor,” tarzı bir yapmacıklıkla seyredeceğim. Valla bana göre bir Sibel & Kasım DEYİL!! Olamayacak da galiba…

Sabırla, sonuna kadar okuyan gözlerinize sağlık.

YORUMLAR




BUNLAR DA VAR