Babam, ne zaman ölen birinden bahsedilse “Ohoo, onun gelmesi yaklaştı yahu,” der. Zaman pek önemli değil onun için. Bir hafta da olabilir, bir yıl da. Hatta 10 yıl da… Hep aynı şeyi söylüyor. Burada zamanın neden önemli olmadığını hala anlamıyorum. Belki, babam konuyu kapatmak istiyordur. Neyse, Mestan’ın gelmesi yaklaşmıştı babamın deyişiyle, ama durum çözüldü. Köstenceli yandı, bitti, kül oldu.
Ne tekerlemeye benzedi, ne romantik şarkılara. Bölüm başında Ercan Kesal’ın adını görünce kısa bir görünüş olacağı belliydi gerçi. Çünkü Mestan ölmüş, hiç kimseden intikam alınmamıştı. Eh, olan konuk oyuncuya olacak elbette. Daha 10 bölüm olmuş, yol uzun. Boşuna ağlanmamalı. Alyanak’ın arkasındaki isim olduğu öğrenilince bütün gözleri üzerinde topladı. Kaçınılmaz sona da adım adım yaklaştık.
Hayat komik bir yandan da, Yusuf, düşmanına yardım etti bu bölümde. Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez tabii. Köstenceli ile Celal’i yakalamak için onun desteğine ihtiyaç vardı. Çok görmedik aslında bir nanesini ama istihbaratı oyalamak ve gerekenleri iletmek adına çalıştı o da. Zaten pek de ekmeğini yiyemedi bu durumun. Kimse yakalanmadı.
Mert ve Sarp yakasında olaylar, pek de ısınmadı. Yani, bir kere görüştüler, “Bak, seni bir dahakine bir benzetirim görürsün,” gibi göz dağları dışında bir konuşma da olmadı. Ama Celal’i görmeseydi Sarp’ı vuracaktı Mert kuşkusuz. O noktaya değinmiyorum. Babası ve tek ona göre. Yeri doldurulamaz… Bütün yollar ona çıkıyor, minnet de var işin içinde çünkü. Sevgiyi körüklüyor ister istemez. Sonrasında da kıskandı, “neden ben bilmiyorum onun yaşadığını” diye. Sarp’ın durumu da zor, ama iyi kıvırdı. Yandan yandan geri dönüyor. Ev ahalisinin şoku hala üstünde. Alyanak’ı benzetmek en büyük gaye. Ama daha ona var. Bir sonraki bölüm, tam mangal bölümü olacak.
Bu arada, Celal’in öldüm numarasını yemedi Akın Işık. Anında anladı, bir oyunun döndüğünü. Alim olmak gerekmiyor elbette. Sonuçta, Sarp kim? Ona gelene kadar, kim istemez başa geçmeyi? Hayır, Sarp kimsenin ağzına bal da çalmıyor ki böyle bir sadakat olsun. Bu benim görüşüm, tabii.
Bölümün başında, evdeki kadınlar, Sarp’ı kızartmak ile ilgili ağız dolusu konuşurken, Celal’i verandada görünce ne olduğunu anlamadılar. Melek ‘ne kadar salağım’ derken, Yeşim ‘onu bir bulayım, neler edeceğim’ diyordu. Bölümün devamında da Alyanak’a durumu belli etmemek için ufak bir oyun oynadılar.
Bir yandan, kötü karaktere evrilen (gerçi iyi miydi ki?) Alyanak da “Bana biat edeceksiniz!” diye bağırırken diğer yandan “Müptezel!” dedi Sarp’a. Söylemesi pek güzel değil mi müptezel kelimesini? Anlamı çok parlak olmasa da tınısı hoş. İlgimi çekti. Artık, pek tercih edilmiyor gibi geliyor böyle kelimeler; ondan vurgusu farklı oldu gibi. Neyse, ardından orada bolca kelime oyunu dinledik zaten. Ve sözlü savaşın galiba Sarp oldu, yüzünde muzaffer bir gülümseme ile paket etti Hasan’ı kebapçıdan. Hasan da hemen telefona sarıldı. Hop, Akın Işık geldi. Akın Işık oyunu anladı, kimseye söylemedi. Davut ile Minik’i Sarp’a karşı doldurdu ve zaman kazandı. Celal kendini Akın Işık’a da gösterdi ve başı belaya girdi. Orada her zamanki gibi Mert, Celal’i ateşten çekip çıkardı. Bütün bunlar böyle pek de heyecanlı gelmedi bana ama komik nokta var sonrasında:
Akın Işık, sözde bir sürü insan toplarken, nasıl Davut bunları birkaç kerede temizledi? Hani ağzıyla sayıyordu kelleleri. Beşten geriye doğru saydı hatta. Öncesinde, “Tamam artık, ne yapacaksın? Ordu mu getireceksin?” diyordu Hasan. Beş kişilik ordu nedir, nerede görülmüştür? Hele ki Celal’in kebapçısını basmayı düşünen Akın Işık, kimi bekliyordu? Dut gibi bekleyen bir Sarp herhalde. Neyse o durum güldürdü açıkçası. Sonra arabadaki sahne var tabii. İlk rekabet ortamı yaratan kişi gitti. Küçüğü de bekliyor. Sinek küçüktür ama mide bulandırır. Bu da o hesap şimdi.
Bu bölüm kısa gözüken anne, Celal’in öldüğünü hatta oğlunun öldürdüğünü duyunca biraz da seviniyor sanki. Ne dersiniz? İster istemez hayatlarını zehir eden adamın artık olmadığını, hayatlarındaki kara bulutların dağıldığını düşünmez mi insan? İşte bence insani nokta bu. Ne kadar üzücü ve yıpratıcı bir duyum olsa da insan tam tersi bir duyguyu da hissedebiliyor. Bunu inkar etmek çok da doğru değil bence. En azından yorum yapılmasın ve geçilsin. Etik veya ahlak eksikliğinden bahsetmiyorum ama. Sadece bu durum için geçerli dediğim. Kısacası, insani duyguların yoğun olduğu bir bölümdü. Devamı nasıl olacak, gidenlerin yerini kimler dolduracak göreceğiz.