46 Yok Olan Türk dizi tarihine kazıyacağı devrimine hız kesmeden devam ediyor. Dün gece ikinci bölümüyle izleyicilerin beğenisine sunulan dizi, yine damaklarda farklı bir tat bıraktı.
Dakiklik konusunda dünyada nam salmış(!) bir toplumun dizinin başlama saatini adeta sevgiliyi bekler gibi beklemesi dizinin daha ikinci bölümden nasıl benimsendiğinin ayrı bir göstergesi olarak dikkatleri üzerine topluyor. Zira sosyal mecralarda dakika sayan bir çok insan olması kemik kitlenin oluşması ve diziyi reyting canavarına kurban vermekle alakalı duyduğumuz kaygıları yok etmek adına sevindirici bir haber diyebiliriz.
Dizinin ilginç bir noktası var bir çok insan tutkulu bir şekilde sonraki bölümünde olacak şeyler için kafa yoruyor, dizinin hemen başındaki 15 dakikalık reklam kuşağını önemsemiyor, hatta dakika kaçırmamak için kanal değişikliğine gitmiyor. Üstüne üstlük ikinci bölüm fragmanı bölümle alakalı fazla done sunsa da bulmacanın çözüm kısmını diziden izlemek ayrı bir zevk veriyor. Az evvel bahsettiğim tat yanılmıyorsam buna tekabül ediyor.
Bu konuda dizinin Senaristi Ercan Mehmet Erdem'i yürekten tebrik etmemiz gerektiğini söylemeden geçemeyeceğim. Kendine has dokunuşları ile hikayenin içerisinde varlığını hissettiren ve bir o kadar gerçekçi bir dünya sunarak bizleri de o hikayenin içerisine girmek konusunda zorlamayan bir yapıyla sunuyor dizimizi.
Bu arada söylemeden edemeyeceğim bir başka konu da, ülkenin durumunu aktüel bir şekilde bir kaç dizimizde görüyorduk, ancak bu kadar güzel bir şekilde hikayenin içine işlenen bir yansıma ancak Leyla ile Mecnun ve Behzat Ç. gibi fenomen yapımlarda yer alıyordu. 46 Yok Olan, mültecilerin her yerde olduğunu artık sokaklarımızın ve toplumumuzun öyle ya da böyle birer parçası olduğunu kırmadan, dökmeden, hafif dokunuşlarla bizlere sunan tek dizimiz olarak devrimini daha da sağlamlaştırıyor.
Türk dizi tarihi onlarca flashback gördü, kimisi Ezel’de olduğu gibi başarılı işler ve harikulade oyunculuklar sunarken, çoğunluğu Gerçek Kesit samimiyetinden öteye gidemedi. 46 Yok Olan flashback'leri ve zaman mefhumunu kıran yapısı ile bu konuda da bir farklılık yaratacak gibi görünüyor.
Gelelim Murat Hoca'ya.. geçen hafta söylemiştim Erdal Beşikçioğlu Behzat Ç'den sıyrılmalı diye.. İkinci bölümde bana nazire yapar gibi histerik sanrılar, kahkahalar, edepsiz(!) ve flörtöz hareketler ile Behzat Ç karakterinde göremeyeceğimiz derecede cesur hamleler Murat Hoca'nın farklı bir karakter olduğunu iyiden iyiye hissettirdi. Özellikle "Çok tatlısın," cümlesi söylendiği ilk andan itibaren sosyal mecraların en çok girdi yapılan cümlesi haline dönüştü bir anda. İlacı aldıktan sonra, geçmişi ile yüzleşebilecek cesareti bulup üzerine geçirdiği babasının paltosuyla karizma patlaması yaşatması da ayrı bir nokta olmalı. Murat Hoca’nın bizi şaşırttığı bir önemli nokta, Ceyla'ya duyduğu hastalıklı ve sisli duyguların arasından sevgiyi ortaya -ilacın etkisinde olsa bile- çıkartmasıydı. Kafaları karıştıran başka bir nokta da ilk bölümde Sude'ye alkol kullanmadığını söyleyen Murat Hoca'nın kahvehanede bira içiyor olmasıydı. Bunu senaryo açığı olarak değil de ilacın ortaya çıkarttığı ve ilerleyen bölümlerde daha iyi tanışacağımız diğer kişiliğin tercihlerinden birisi olarak görmekte fayda var.