Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Can düşmanımın gözleri
Sezon: 1 Bölüm: 5

Elemtere fiş, kem gözlere şiş.

Geçtiğimiz bölümde nerede kaldığımızın bir öneminin olmadığı dizi Gölgedekiler’le bir Perşembe akşamı daha beraber olmuş olduk. Gerçi geçen bölümle Çarşamba gününde bıraktığımız diziyi bu sefer Perşembe akşamında karşımızda bulduğumuz gerçeği de var, o ayrı. İki hafta kadar önce bir haftalığına diziyi pas geçtiğimizde, yani yayınlayacaklarını söyleyip de yayınlamadıklarında bu akşam izlediğimiz Leyla’nın Gözleri ile Kara Kader adlı iki hikâyeyi yayınlayacaklardı. İlki bugüne kısmet olmuş durumda. Diğeri de söylemesi ayıp madencilikle alakalı bir hikâyeydi. Son olanlardan sonra, değil bir süre sonra, sittin süre sonra bile görmeyiz herhalde.

Not: Hayrına bir de şu bölümleri ‘söylediklerine’ yakın bir dakikada başlatsalar ya? Geçen seferki 15 dakikanın üstüne bu bölüm de 20 dakika rötar yaptılar. Hayır, özeti olan bir dizi olsa zaten Türk milletinin huyu böyle diyeceğim de bunlarda o da yok.

Neyse, bu yazıda da bölüm öncesinde diziye yeterince dokundurduğuma göre ben geleyim geçen bölümüyle Total’de ilk 35’te, AB’de ilk 25’te olmayan dizinin bu bölümüne. (Bu bölümden sonra acaba 13 bölüm anlaşmaları mı var diye düşünmeye başladım. Belki de maliyet kurtarıyordur, çünkü göründüğü kadarıyla çok da pahalı bir iş değil. Zira Saklı Kalan’a üç bölüm katlanan bir kanaldan bahsediyoruz.)

1. Hikaye: Can Düşmanı
 


1) Ben bir şeyler mi kaçırdım, bir söylesenize: Kardeşi öldürülen Saatçi lakaplı adam öldürmek istediği komiseri öldürmeyi beceremeyince ve adam komalık olunca intikamı için onun yerine geçen komisere sardı. Bu nasıl bir intikam almadır? İnsan başladığı işi bitirir en azından. Git Serdar’ı tam öldür. Aslında git kardeşini öldüreni öldür. Onu becerdiysen zaten bir yerinde duruver.

2) Bu bizim dizilerdeki komiserlerin adı niye Kenan? Yoksa ben kulp arama arayışımda buna mı sardırdım?

3) Kenan Komiser daha üstüne gün geçmeden konuştuğu Saatçi’nin sesini nasıl unuttu? Pardon da nasıl oldu? Adamın karşısında konuştuğu ile telefonda konuştuğu o kadar da farklı değildi ki.

Saatçi: İhbar edene bir şey yok mu?
Polis: Vatandaşlık görevini yaptın.
Ben: Siz beni güldürdünüz, Allah da sizi bildiği gibi yapsın. Amin.

Ha, bir de bir süre Arka Sokaklar’a laf etmemeye karar verdim.

4) “Tuzak. Saatçi. Gitmeyin,” diye diye kendini komalık yatağında yiyip bitiren Serdar Komiser’in iç sesi nedir öyle? Yiyip bitirmelerine gülmedim değil de Kenan’ı uyarırcasına yaptığı konuşma güzeldi sanki. Gerçi kendisine oynanan oyunun aynısı oynanırken bir de neden mayını senaryoya ekstra olarak katmışlar merak etmedim değil. Oyunun sahte olduğunu uyarsa da yeterdi bence. Neyse, bu da olur artık.

Bölümün sözü: Bazen dik gelir para, can kalır arafta. – Yarım uyak var.

Sonuç: Bu vasat olmuş, geçelim biz bunu. Klasik stil biri güzel biri vasat tarzın ikincisi bu hikayeydi. Ama yan kadroyu bu sefer güzel seçmişler ‘nihayet’, bak onu takdir ettim.

2. Hikaye: Leyla’nın Gözleri


- Ben şimdi ölünün gözleriyle görüyorum, değil mi?
- Canlısından alıp sana takacak halimiz yoktu, – deseydi ya doktor.


Levent Sülün’ün canlandırdığı İskender’e göz nakli yapılır ve bir senenin ardından görmeye başlar. Ama daha saniyesi geçmeden açıkça tanımlayamadığı bazı hayaller de görmeye başlar. Geçici olduğu düşünülse de geçmediği anlaşılınca gecenin kör vakti doktorunu arayarak gözleri kimden aldığını öğrenir; düşer yollara. Bulur ölen Leyla’nın annesini.

İlk başta kadına bu nasıl bir anne dediğim doğrudur. Kadın ruh gibi anne rolünü oynuyorsa tamam olmuş da insan her halükarda kapıyı çalana bir “Buyurun, kime gelmiştiniz?” diye sorar. İlk sahne mahmurluğu o şekilde geçtikten sonra içeride toparlanılır gibi oldu, yalan yok ama sonra kadın durumu anlayınca fazla bir heyecan basarak “Kızımın katilini bulmalısın!!!” modunda bu sefer de aşırılığa kaçtık. Hepsini toplayınca ‘evladını kaybetmiş anne’ profili çıkıyor mu o kadarı da lütfen size kalsın.

Ama İskender’in karısındaki mantıksallığı sevdim. Birisi bana İskender’in dediklerini söylese farklı bir tepki vermezdim herhalde. Bir de bu adam yağmur, çamur, saat demeden hareket ediyor. Misal ben bu durumda olsam mümkün değil gecenin köründe o yola çıkmaz, koruya da gitmezdim. Abi gündüzler çuvala mı girdi? Her neyse olması gereken oldu ve adam cinayet mahalline gidince katili gördü –aslında gördüğünü sandı - ve ertesi gün gördük ki katil yakalanmış, beyimiz de gözlerinin ‘borcunu’ ödemiş.

Sonrasındaki teşekkür kısmı da karı-kocanın sabır konuşması da güzeldi de ben başka şeye sardım:

Merak ediyorum: Katili gördüğünü düşünen adam polise gittiğinde bunu nasıl açıkladı da bu iş sonuca erdi? Kim ciddi ciddi dinledi de kasabın çırağını sorguya almaya ikna oldu? Ben polis olsam buna gülerim mesela.

Sonuç: Katilin çırak değil de enişte olduğunu anlamayanınız var mıydı? Peki. Bu bölümün senaryosu öncekinden daha iyiydi. Eniştenin silahla intihar etmesinin üstüne Leyla’nın el sallamasını tenzih ediyorum. Çırağın Leyla’nın peşini bırakıp da eniştenin öldürmesine kadarki arada kalanlara hiç girmeyelim isterseniz. O neydi be?

Böyle yani… Bilmem sonunu beklediniz mi ama gelecek bölüm yine Çarşamba 22:45’teymiş. Bu nasıl bir planlamadır anladıysam taş olayım. Ama bunlar böyle saçmalamaya devam ederlerse kendimi azat edeceğim onu biliyorum. Hayırlısı…
 
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR