Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Bir varmış, bir yokmuş
Sezon: 1 Bölüm: 18
O fotoğrafa sımsıkı sarıl ve sakın bırakma. Senin umudun o!
 
Gün gün, saat saat, saniye saniye büyük bir özenle işlenmiş bu muhteşem hikâyenin sonuna geldik. Sonuna geldik demek bile boğazımı düğüm düğüm ediyor aslında. Veda etmeyi hiç beceremem, yazmayı da beceremiyormuşum. “Bir varmış” diye başladılar “bir yokmuş” diye bitirdiler. Mehmet’in Özlem’in yüzüğüne derin derin baktığı an ile başladık. Saatleri atladık, üç ay geriye gittik. Kafamda hep “üç ayda kaç arpa boyu yol alabiliriz?” sorusu vardı. “üç ay hangi yaraya merhem olur, hangi derde derman olur?” diye düşündüm durdum. Fakat öyle bir noktaya geldik ki, zaman kavramı uçup gitti aklımdan. Herkes hatalar yaptı, bedeller ödedi, vedalar etti, yeni başlangıçlar yaptı. Herkes için bir son vardı, iyi veya kötü. Ama herkes için umut yoktu. Her şey, herkese hak ettiği kadar verildi. Ne bir eksik ne bir fazla!

Bölüm boyu sorgulamaktan duygulanmaya fırsat bulamadım. Meğer gözyaşlarım son sahnede olacakları sezip saklanıyorlarmış. Özlem, oğlunun fotoğrafını eline aldığı an onlar da serbest bıraktılar kendilerini. Özlem’e veda etmek çok zordu benim için, hele de bu şekilde veda etmek daha da zordu. Son zamanlarda yazılmış en iyi kadın karakterlerden birisiydi Özlem. Ne bir melek olarak sunuldu bizlere ne de şeytan. Tüm insancıl duyguları gördük onda. Günahıyla, sevabıyla, hatalarıyla, bedelleriyle önümüze sunuldu. Cesurca… Kızdık, üzüldük, sevdik, her şeyden önemlisi biz Özlem’i anladık. Finalde Özlem ile ilgili dilediğim tek şey umuttu. Hayatta Özlem’in avuçlarına bırakılmamış tek şeydi umut ve öyle ya da böyle ona yaşamak için bir sebep verdiler, umut verdiler. Mehmet, Özlem’in avuçlarına o fotoğrafla beraber hayatını bıraktı aslında. Görüşe o yılgın halde gelen Özlem ile fotoğrafı göğsüne basarak çıkan Özlem aynı kişi değildi. Çocuğunun gülüşünü biliyordu artık, bundan sonrasında da onun için mücadele edecekti. Duvara atacağı her çentik onu oğluna bir adım daha yaklaştıracaktı. Özlem’in can yakan yalnızlığını hayallerimizde giderelim hiç olmazsa, gözümüzü kapatalım ve oğlunu kucağına verelim.

Falko için başka bir ihtimal yoktu, tek çıkışı buydu. Gittiği yerde iyi bir adam olur belki.
 
Falko bu hikâyenin kötüsüydü. Etiyle, kemiğiyle, tüm ruhuyla kötüydü. Tek adım geri atmadı, tek bir taviz vermedi. Kafasında kendisine göre bir mutlu son kurmuştu, bunu gerçekleştirmek için son ana kadar çabaladı. Bu lafın sonu “Çabasını takdir ediyorum”a bağlanmayacak tabii ki. Falko için başka bir son yoktu, başka bir ihtimal yoktu. Zehir tüm vücuduna yayılmıştı. Teşhisi ölümdü, kurtuluşu yoktu. En önemlisi Falko’da vicdan yoktu. Yaşasaydı eğer yaşadığı her gün biraz daha kararacaktı içi, attığı her adım karanlığa doğru olacak, aldığı her nefes başkalarının nefesini kesecekti. Bu Falko’nun tek kurtuluşuydu.

Kemal’e verilecek en ağır cezaydı bu. Ölüm, Kemal gibilere ancak ödül olur. Yaşaması gerekiyordu, yaşaması ve anlaması gerekiyordu. İnsanların elinden hayatlarını ve umutlarını çalıp öylece hayatına devam edemeyeceğini anlaması gerekiyordu. Özlem kendisinin yaşadıklarının aynısını Kemal’e yaşatmak için çıkmıştı bu yola, yaşattı da. Yolun sonunda Kemal en az Özlem kadar yalnız, en az Özlem kadar çaresizdi. Yapayalnız çıktı duruşma salonundan, gördüğü kızıl saçlı kadınlardan medet umdu, Leyla’yı bekledi ve bundan utanç dahi duymadı, yüzsüzce kendisine altın tepside bir şeyler sunulmasını bekledi. Hâlâ… Demir parmaklıklar arasında beklesin dursun şimdi!

Çok yakıştın oraya, ömrünün sonuna kadar çıkama. E mi?
 
Hoşlanmadığım tek kısım Kemal’in karşısında sessiz kalan Özlem oldu. Hazır fırsatı varken kinini kussun isterdim. “Beni bu hale getiren sensin!” diye haykırmasını isterdim. Kemal’den azar yemesini değil. Herkes hesap sorabilir Özlem’e, herkes ama Kemal değil. Özlem gibi saçına iltifat geldiğinde mutluluktan şekilden şekle girecek kadar saf, sırf çocuğunu doğurabilmek için dokuz ay boyunca gün yüzü görmeyecek kadar fedakâr, çalınan hayatının intikamını alırken bile vicdanının sesini susturamayacak kadar insaflı birini böylesi karanlık bir yola girmeye zorlayan adamın hiçbir şekilde hesap sorma hakkı yoktur.

Mehmet, o kutuyla beraber yaşadığı her şeyi geçmişe gömmüş meğer. Yüzüğe bakarkenki “Vay be, neler yaşadık. Neler gördük,” bakışını asla unutmayacağım. Tüm hikaye o bakışa sığmıştı sanki, o bakışta toplanmıştı. Hani hayatın film şeridi gibi gözünün önünden geçmesi vardır ya? O bakışla beraber tüm hikâye gözlerimin önünden film şeridi gibi geçti. Özlem ve Mehmet’in birbirlerini ilk gördükleri an, Mehmet’in elini bile sıkmayan Özlem’in (Eyvallah) yavaş yavaş ona kapılması, Leyla ve Kerem’in gitar çalıp şarkı söylemesi, tüm o korkular, acılar, hayal kırıklıkları, pişmanlıklar, bedeller, cezalar… Hepsi gözümün önünden geçti. Elimi uzatayım ve durdurayım istedim. Tüm o acıları alayım ve sadece güzellikler kalsın istedim. Özlem, oğlunun fotoğrafını koklamakla kalmasın ve onu bulsun istedim. Mehmet, Özlem’i “son kez” görmemiş olsun, beklesin ve elini sımsıkı tutsun istedim. Faik, sonsuza kadar kontrolsüz bir öfkeye sahip ama masum adam olarak kalsın istedim. Leyla ve Kerem hep “Yaşamak güzel,” desinler istedim. İstedim de istedim işte… Biz isteyelim ve hayal kuralım diye gökyüzüyle veda ettiler belki de bize, biraz da hayalimizde yaşatalım diye umut serptiler yüreğimize. Üzdü ama güzel üzdü.
 
Bu hikâyede herkes için bir son var, iyi veya kötü. Çünkü her karakterin ayrı ayrı değeri, gönüllerde ayrı ayrı yeri var.
 
Başta dediğim gibi; herkes hak ettiği kadar mutlu, hak ettiği kadar mutsuz oldu. Murat’ın yaptıkları yanına kalmadı, çok güvendiği parası tabii ki kurtaramadı onu ve hak ettiği yere doğru yollandı. Kibir en büyük zararı verir insana, Murat’ı da ipe götüren kibri oldu. Elmas ve Kadir, Leyla’nın desteğiyle yepyeni bir hayata başladılar. Yaşadıkları Kadir’e de çok şey öğretmiş, orada burada serserilik yapan çocuk gitmiş yerine bambaşka biri gelmiş. Fahriye, Bekir ve Hasan kaçmayı başarmışlar. Hasan’la Fahriye evlenir, ben size diyeyim. Kitapsız, siyaset, çürük elma olayı güzel göndermeydi. Kayıp’tan da giderayak böyle bir atak beklerdim zaten, yakıştı. Metin, hayatının hırslarından sıyrılmış ve Sedef’in yanına, Berlin’e gitmiş. Bölümün en büyük sürprizi; hangi ara işi pişirdiklerini anlamadığımız Gülriz ve Erdal’ın evliliği oldu, çok da güzel bir sürpriz oldu. Güzel yürekli Gülriz de yüreği kadar güzel bu duyguyu tatmalıydı. Leyla, Kerem ve Yasemin güzel hayatlarına devam ettiler. Güzel oldular, güzel…

Minnet, pişmanlık, hasret, aşk, sevgi, sefkat…
 
Mehmet ve Özlem’in el ele olduğu bir finali diliyor ama gözümün önüne getiremiyordum. Nitekim öyle olmadı da… Mehmet aşkını veremedi belki Özlem’e ama en az onun kadar değerli bir şey verdi; oğlunun gülüşünü. Sırf bu yüzden bile Mehmet, Özlem için her zaman çok derinlerde kalacak ve her zaman sevdiği adam olarak yer alacak kalbinde. Çok güzel ve orijinal bir aşk hikâyesi sundular bizlere, her şey öyle netti ki… Bölümlerce uzayan kaprisler yoktu. Hoşlanıyorlarsa söylüyorlardı, korkuyorlarsa sarılıyorlardı, âşıklarsa öpüyorlardı, kızıyorlarsa bağırıyorlardı. Onca yalanın içinde tek gerçekti belki de, onca acının içinde mutluluktu. “Aşktın sen, kokundan bildim seni. Bir ahırın içinde gezdirilmiş gül kokusu,” demiş Süreya. Özlem ve Mehmet’in durumu da tam olarak buydu. Güzeldi işte, Kayıp’taki her şey gibi güzeldi. Ve çok özeldi. Belki yazarın hayalinde bir yerlerde Tunç’un bir elinden Özlem, bir elinden Mehmet tutmuştur. Gökyüzü dedik, hayal dedik. Kim bilir?

Kayıp her şeyiyle çok özel bir işti ama çok talihsizdi. Hani hayatı boyunca çok büyük zorluklar çeken bir insan olur ve hayatını kaybeder. Bizler de arkasından “Bir gün yüzü göremedi” deriz, daha çok üzer. Kayıp da öyle oldu, bir gün yüzü göremedi. Ama onca kar kıyamet arasından hep çiçek açtı bize. Kendisine “bebek” diyen güzel bir senaryo ekibinin elinden çıktı, etiyle kemiğiyle karaktere bürünen oyuncular can verdi bu senaryoya, müthiş bir ekip çalıştı kamera arkasında. Her talihsizlikte yeniden toparlandılar. Hep baştan, hep aynı hevesle, hep aynı özenle, hep aynı şefkatle… Bir an bile vazgeçmediler, bir an bile taviz vermediler. Her seferinde daha sıkı sarıldılar. Bize her seferinde daha iyisini sunmak için çalışıp didinen herkesi, adını bile bilmediklerimi, tüm ekibi çok seviyorum. Bundan sonra yolları açık olsun. Stressiz, uzun ömürlü, bereketli işlerde yer alsınlar. Onlar kaliteyi kendileri getirirler zaten, şans yanlarında olsun.

Kayıp ekibi bize bu imkânlarda verebileceği en güzel sonu verdi. 18 haftadır emek veren, didinen herkesin yüreğine sağlık. Güle güle Kayıp…
 
Bir masal daha bitti, artık çok yalnızız.
 
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR