Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Bir küçük hırs ve intikam meselesi
Sezon: 1 Bölüm: 4

Kapıyı çalmaktan mı bahsetmiştik?

Şeref Meselesi, gerçekten çok ama çok güzel bir bölümle karşımızdaydı. Geçen hafta bir parça karışık gelmişti bölüm lakin bu hafta her şey gayet güzel ilerledi. Yiğit, intikam planının her aşamasında başarılı oldu. Kafasında ne varsa, hayata geçirdi. Çünkü o Yiğit Kılıç ve bittabi asla vazgeçmez. Emir’in de dönmesiyle kendisini daha iyi ve güçlü hissettiği de inkâr edilemez. 

“Baba, ailemizi bu hale getirenleri doğduklarına pişman edince gelip alacağım bunu senden. O zamana kadar sende dursun.”

Yiğit’le ilgili bir “kötü adam” kanısı var. Hayır, Yiğit kötü adam değil. Yiğit, kaybettiği şeylerin hesabını sormak için yolunu keskin hatlarla çizmiş bir adam. Sığ bir karakter değil, aksine her katmanında bir başka Yiğit gizli. Âşık yiğit, intikam ile yanıp tutuşan Yiğit, ağabey Yiğit, oğul Yiğit… Hepsinin verdiği tepkiler, her Yiğit’in duygusu ayrı. Emir’le konuşurken bambaşka bir Yiğit görürken, Nihat’ın veya Gül’ün karşısında çok başka bir Yiğit görüyoruz. Bu yüzden onu izlerken çözümlemek ve her katmanının tadına varmak müthiş bir duygu.  Yiğit, Emir’in aksine tepeden tırnağa hırsları ile yönetiliyor ama asla yaş tahtaya basacak bir adam değil. Emir’den daha içgüdüsel hareket ediyor ama onun da kendisine göre kuralları var. Altın kuralı ise şu: İşine yaramayacak adamın, yanında da işi yoktur. Eee, haksız da sayılmaz. Yiğit’in çıktığı yolda yanına alacağı her fazlalık, hızını azaltmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Yiğit’in sırtında yüke değil, sırtından yükü alacak adama ihtiyacı var. Yani gereksizse kapat, boşa cereyan yakmasın. 

Ah be Kübra, elini ateşin içine sokuyorsun ama farkında değilsin. Ya da farkında olmak istemiyorsun.

Hayatta herkesin bir beklentisi, içinde kalıp da gerçekleştiremediği bir şey muhakkak vardır. Onu gerçekleştireceği anı bekler ve en ufak bir umuda dahi sımsıkı tutunur. İnanacak ve güvenecek bir şeyler arar, bu insanoğlunun doğasında vardır. Çünkü bir şeylere inandığımız ve tutunduğumuz sürece varızdır, güçlüyüzdür, bizizdir. Ama bazen ayakta kalmak, kendimizi güçlü kılmak ve kendimiz olmak adına uzanıp tutunduğumuz şeyin çürük olduğunu ve bizi hayallerimize kavuşturmayı bırak uçurumdan aşağı savrulmamıza neden olacağını fark edemeyiz. Kübra’nın durumu da buydu. Kübra, hırsları veya hayalleri olmayan bir kız değil. Sadece hayalleri yaşadığı küçük dünyaya göre, mütevazı. Yiğit de Kübra’ya o düşlediği şeyi altın tepside sunan bir adam, hayallerinin çok ötesinde. Ona kanmasına, sorgusuz sualsiz peşinden gitmesine, tüm söylenenlere kulak tıkamasına ve sürekli kendisini Yiğit’e karşı ikna çabasına olmasına bu yüzden kızmıyorum. Ama Yiğit’e de körü körüne kızamıyorum. Evet, Kübra’nın bir suçu yok, tek suçu Yiğit’e kalbini ve hayallerini açmak. Evet, Yiğit yanlış bir intikam yolu seçti kendisine. Ama Yiğit’in de Kübra’ya zorla, baskıyla yaptırdığı hiçbir şey yok. Kübra’ya zorla yaptırılan hiçbir şey yok ortada. Kübra, “Hayır,” deme özgürlüğüne sahip. Yani iki gönül bir, samanlık seyran. O samanlığın gün olup da yanıp küle döneceğini düşünmeyen Kübra, elinde ateşle kendisine yaklaşmasına izin verdiği Yiğit. Ne diyeyim, Allah sonunu hayır etsin Kübra’cığım. Güven zor kazanılan, saniyelerle kaybedilen bir şeydir. Umarım aşk sandığın bu saman alevi tutku senin kendine ve hayatına olan güvenini darmaduman etmez.

Sibel iç ses: Böyle baktığına göre kesin öpecek beni. Çaktırmayayım ama yanaşayım azıcık.

Sibel iç ses: NE DEMEK ÖPMÜYORUM!?

Sibel’in beni uğrattığı hayal kırıklığını kelimelere dökemiyorum. Ben onu annesinin basit hırslarından arınmış, kendi hayatının peşinden koşan bir kadın olarak görmüştüm. Yanılmışım. Evet, herkes rahat bir hayat yaşamak ister. Evet, Bora Sibel’e her anlamda Emir’den daha çekici gelmiş olabilir. Ama bu şekilde mi? Yarınını düşünmeden, ardında kim kırılmış, kim yıkılmış düşünmeden mi? Zahmet edip Emir’e bu ilişkinin kesin olarak bittiğini açıklamadan Bora’ya giderek mi? Bunun adı “aldatmak”tan başka şey değil benim nazarımda. Ve insanların hırslarının olması doğaldır ama Sibel’in içinde büyüttüğü hırsın bu kadar basit olması beni yıktı. Kendisini babasından kaçırarak çok net bir şekilde küçük düşüren adamla tatil planı yapması da beni benden aldı. Ama Sibel de yola gelecek, hem de Yiğit ile sınanarak. Yiğit, kadınları çok iyi tanıyor. Nerede duracağını, ne kadar yaklaşacağını, ne durumda ne yapacağını çok iyi kestiriyor. Ayakkabıyı giydirip, bacağına ufaktan iz bırakıp, ardından arkasını dönüp giderken Sibel’i eli böğründe bırakmasıyla daha iyi anladık bunu. Bu olayın ertesi günü suratına bakmadığı Yiğit’e “Günaydın,” diyerek selam verdi, daha ne olsun? O an ben tam olarak Yiğit’in yüzündeki “İşte böyle yola gelirsin,” bakışını yüzüme yerleştirmiştim. Her şeye rağmen Sibel’i seviyorum tabii ki. Çünkü arıza karakterlere hastayım!

Sibel, niye yutkundun yavrum? Su verelim mi? Belki öyle geçer boğazından Emir’in iki cümlesi.

Emir, bu kadar mükemmel olmak zorunda mı? Bazı karakterler vardır, mükemmelliği rahatsız edici derecededir, her şeye karşı müthiş sabırlıdırlar ve “Eeeh, bu kadar da olmaz,” dersiniz. Emir asla o karakterlerden biri değil. Kendisine bir haksızlık mı yapıldı? Bunu oturup sineye çekmiyor, kendi kendisine dertlenmiyor. Bir bakış, tek bir cümle ile karşısındakini kamyon çarpmışa çevirebiliyor. Sibel’e attığı bakış ve kurduğu iki cümle ile ekran karşısında Sibel’in yerine ben utandım. Bir insana dersi en fazla bu kadar güzel verilebilirdi. Sözlerde hakaret olmadan ama utançtan yerin dibine sokarak, şiddet uygulamadan ama tek bir bakış ile yerden yere vurarak. Kısa, öz ve etkili. Emir ölçülü ve hırslarını yönlendirebilen bir adam. Hiçbir şeyi körü körüne yapmıyor, hiçbir yola bodoslama dalmıyor. Gideceği yolda diken mi var? Önce o dikenleri temizliyor, sonra adımını atıyor. Duygusal ama duygularının kendisinin hâkimi olmasına da izin vermiyor. Emir bu hikâyenin terazisi. Dengeyi kuruyor, düzeni sağlıyor ve içinde bulunduğu durumu herkes açısından müthiş bir incelikle değerlendiriyor. Normalde bu tarz karakterlerin sıkıcı olması gerekir değil mi? Doğanın kanunu gibi bir şeydir bu. Ama hayır, Emir izlemesi çok ama çok keyifli bir karakter. Bir sürü soru işareti sunuyor izleyene…

“Yola devam etmemiz lazım, bunun için güce ihtiyacımız var. Ve her şeyden öte bir şeye inanmaya ihtiyacımız var.”

Derya’nın şu bakışı o kadar çok şey anlatıyor ki…

Derya, üvey babası tarafından taciz edildi. Derya, evden kaçmak zorunda kaldı. Derya, defalarca annesinin şiddet görmesine şahit oldu. Tek bir şikâyet ile hepsini bitirebilecekken susmayı tercih etti. Neden peki? “Âlem ne der?” diye elbette. Mahalle baskısı, toplumun önyargıları, “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz, yapmıştır bir şey,” düşüncesi, insanların kendisine dedikodu malzemesi araması, aynı mahalle baskısının küçük bir kızın hayatını zindan etme ihtimali… Derya’nın yaşadıkları “Kadınlar tacize neden sessiz kalıyor?” sorusuna tek başına bir cevap aslında. Peki sabah akşam şiddet gördüğü, hiçbir şekilde kendisine ne desteğini ne hayrını görmediği adamı “Kocamdır, başımızda erkek bulunsun,” mantığı ile boşayamayan kadına ne demeli? Ben böyle kadınlara dizilerde dahi tahammül edemiyorum. Yahu adamın hiçbir şey yaptığı yok, evi geçindiren kişi Derya ve bu adam onun parasını yiyip asalak gibi yaşamaktan başka hiçbir şey yapmıyor. Ne mana yani, ne alaka? Derya, Yiğit ve Emir’in yanında kaldığı gece ilk defa omuzlarında taşıdığı yükü bırakabildi. İlk defa kendisi için yapılan bir fedakârlığa şahit oldu. Derya, güzel insan. Annesine ve üvey babasına rağmen, yaşadığı onca şeye rağmen. Ayrıca Mete ile Derya gerçekten çok güzel bir ikili olacaklar.

Gül’ün Yiğit’i gelmiş yine. Ben bu kadına bayılıyorum!

Ama Gül’ün Yiğit’e kendi ayağıyla gideceği belliydi. Önce hapishanede kurtarıp sonra da Nihat’a giden yolları Yiğit için açan Gül, bunları tabii ki Yiğit’in güzel yüzü hatırına yapmıyor. Tamam, bir kısmını onun hatırına yapıyor olabilir ama tamamını değil (Yazar burada kahkaha atıyor). Gül, Yiğit’teki o ışığı gördü ve onun arkasında durdu. Şimdi de peşini bırakmıyor ki meyve verme zamanı geldiğinde payına düşenle sepetini doldurabilsin.

Düşündüm ve ömrümün bir kısmını bu sahneye hayran olarak geçirmenin bir zararı olmayacağına karar verdim.

Şeref Meselesi, gerçekten çok özenli bir iş. Her geçen bölüm çıtasını biraz daha yükseltiyor ve her geçen bölüm seyir zevki biraz daha artıyor. Hikâye açıldıkça ve kendisini anlattıkça daha akıcı hale geliyor. Kerem Bürsin ve Şükrü Özyıldız’ı birlikte izlemek ise muazzam bir şey, o kadar uyumlu ve güzel bir ikili oldular ki. Kerem Bürsin’i Yiğit olarak izlemek inanılmaz keyifli. O Amerikan havasının arkasından böyle bir mahalle delikanlısının çıkması, Kerem Bürsin’in bunu çıkarması müthiş bir şey. Her hafta “Acaba bu sefer ne yapacak da şaşırtacak?” diyerek oturuyorum bölümün başına. Şükrü Özyıldız’ın Emir yorumu ise öyle muhteşem ki. Emir’in hırsından hüznüne, neşesinden şefkatine kadar her şeyi iliklerine kadar hissediyor izleyici. Ben bu güzel insanları, bu ilgi çekici hikâyeyi ve Altan Dönmez’in kurduğu dünyayı doyasıya izlemek istiyorum. Gönülden dilerim ki Şeref Meselesi için her şey yolunda gider ve derdini sonuna kadar anlatabilir.

ÖzetliYorum altında, genel bir Şeref Meselesi değerlendirmesi oldu. Bu hafta Sümüklü Papatya’ya refakat ettim, onun geleneksel cümleleriyle yapayım kapanışı: Bölümde emeği geçen herkesin gönlüne ve emeğine, sizlerin de sonuna kadar okuyan gözlerinize sağlık!

YORUMLAR




BUNLAR DA VAR