Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Bazı acılar eskimez
Sezon: 1 Bölüm: 3
Şura’nın içinde yanan ateşi o soğuk bile söndüremez.
 
Kurt Seyit ve Şura’nın hikâyesi her adımda bir parça daha tatlanıyor. Kısık ateşte kıvamını alışını izlemek de pek keyifli. Ne hikâyenin tarihi olay örgüsü işlenirken ilmek atlanıyor, ne de aşk kısmında. Sevilen kısımlar da sevilmeyen kısımlara ağır basmaya başladığına göre, düzlüğe çıktık demektir. Bu hafta acılar, kayıplar ve kavuşmalar üzerine bir hikâye izletti bizlere Kurt Seyit ve Şura… Akıllarımızda bıraktığı soru ise “Acılar gerçekten eskir mi?” idi. Şura’nın kalbiyle baktığımız vakit ise şunu söyleyebilirdik en fazla; “Sonsuzluğa verilmiş bir sözün acısı ne kadar eskiyebilir ki?”

Siz de Şura’ya her bakışta, Şura’yı her görüşte biraz daha hayran olmuyor musunuz? Küçük, heyecanlı, tecrübesiz bir kız çocuğuyken Seyit’in aşkıyla beraber sevmeyi, sadakati, cesareti öğrenen Şura’ya ben her görüşte daha fazla hayran oluyorum. Acı çekmeyi bile bilemeyecek kadar toy olan Şura’nın kalbine inandığı şeyin peşinden, her ne pahasına olursa olsun gitme cesaretini veren aşkına her görüşte daha fazla hayran oluyorum. Kimine göre çok çabuk yaşanmış olabilir bazı duygular, viraja çok hızlı girilmiş olabilir fakat bunların hiçbiri benim Şura’ya olan inancımı sarsamıyor. Şura’nın kalbinde uçuşan kelebekler gelip benim de omzuma konuveriyor O’nu izlerken.

Takke düştü, kel göründü!
 
Geçen hafta Petro’nun daha derinden ve daha akıllıca ilerlediğini söylemiştim. Petro sıradan bir kötü karakter değil, çok güzel bir villain olarak yoluna devam ediyor. Başka insanlardan nefret ettiği ölçüde kendisini de seviyor ve kendisine zarar verecek hamlelerden büyük bir özenle kaçınıyor. Garantisi olmayan işe girişmiyor, karayı görmeden gemisini demirlemiyor. Ekim Devrimi’nin baş gösterdiği ilk zamanlarda Petro’yu ikili oynarken, kendini her koşulda garantiye alacak hamleleri yaparken görüyoruz. Zaman ilerleyip güçlü taraf tüm hatlarıyla belli olduğu vakit sonuç kimin lehine olursa olsun kendisini kurtaracak bu hamlesiyle bile ne kadar sinsi bir zekâya sahip olduğunu görebiliyoruz aslında. Aynı zamanda Mişa, isyancılarla işbirliği yapmadığı halde kendisinden şüphe ettirirken Petro’nun dizine kadar karın içinde yürüyüp arkasında tek bir iz bırakmaması da nasıl ince ince oynadığının göstergesi. İnsan her türlü ali cengiz oyununu bekliyor Petro’dan, hem de büyük bir hevesle!

Tükür yavrum Petro’nun suratına.
 
Şura ve Seyit açısından bir dönüm noktası olarak görebiliriz bu bölümü. Gösterebilecekleri fedakârlıkların sınırsız, birbirlerine verdikleri sözler kadar sonsuz olduğunu gördük ve buna inandık. Şura için “Sevgisinden daha güzel hissettirdiği şey sadakat olan kadın” demiştim ilk bölümün yazısında, kitap ile kıyaslarken. Bu bölüm sonrasında da aynı şeyi yinelemek istedim. Kaç kadın sevdiği adamın arkasından, ailesini geride bırakarak kendisini düşünmeden trenden atacak kadar tutulabilir? İnsan ister istemez kendisine soruyor; “Ben olsam yapabilir miydim?” diye, kendi verdiği cevap “Hayır,” olunca da izlediği karaktere daha bir hayran oluyor. Seyit’in ise Rusya’ya nam salmış meşhur bir çapkından, küçük bir kıza tutularak hayatını tehlikeye atmak pahasına O’na verdiği sözü tutacak kadar sadık bir adama dönüşmesini izlemek çok keyifliydi. Şura sınavını vermeye devam ederken, Seyit’in babasına karşı olan esas sınavı şimdi başlıyor. Ailesini geride bırakarak, yolun tüm engebelerine karşı Seyit’in yanında yer almayı tercih eden Şura’nın karşısında babası. Şura, ailesini geride bırakacak cesareti gösterdi. Eski çapkın yeni âşık Seyit, Şura’yı ne kadar sahiplenebilecek göreceğiz.

Şura gibi deli bir aşığın sevgilisine koşması da böyle çılgınca olurdu işte.
 
Celil ve Tatya kanatları eksik birer melek gibi boy göstermeye devam ediyorlar. Bu kadar temiz kalpli bir başka çift daha görmemiştim. Kendi mutluluklarının önüne başkalarının mutluluklarını koyuyorlar, güzel şeyler kendilerinin başına gelmişçesine sevinebiliyorlar. Bundan sonrasında Seyit ve Şura’ya yapacakları dostluğu izlemek de inanılmaz keyifli olacaktır. Celil ve Kurt Seyit’in arkadaşlıklarını en az kitapta olduğu kadar seviyorum. Özellikle Celil öyle mükemmel bir dost profili çiziyor ki hayran olmamak elde değil. Savaşın, kıyametin ortasında hastane hastane dolaşıp Seyit’i araması ve bulduğunda da imkânlarının elverdiği son ana kadar yanından ayrılmaması fazla fazla yetiyor karakteri gönlünde bir köşeye yerleştirmeye. Kitapta Seyit, Celil’e “Yıllar sonra da olsa bir anlatan çıkacaktır,” diyordu dostlukları için. Bu cümleyi okuduğumda boğazım düğüm düğüm olmuştu, bir hayat boyu sürmek üzere başlayan bu güzel dostluğu sevmeyelim de ne yapalım?

Böyle arkadaşa can kurban.
 
Bu hafta tarihi dokuyu daha yoğun bir şekilde hissedebildik. Geçtiğimiz haftalara göre hikâyenin geçtiği dönemin daha net ve açıklayıcı anlatıldığı bir bölüm olmuştu. İlk iki bölümde daha belirsiz kalan Seyit, Celil ve soyluların durumu daha geniş hatlarıyla anlatılmıştı. Mişa’nın gizli odalarda yaptığı görüşmelerin açıklaması da bu bölümde saklıydı. Artık Ekim Devrimi’nin ilk isyanlarını arkamızda bıraktık ve Çar’ın muhafızlarının kırmızı bültenle arandığı, asker üniformalarını çıkararak karanlık köşelerde saklanmak durumunda kaldıkları Çarlık Rusyası’nın son demlerine geldik. İsyancıların baskınları sonucunda göçe mecbur kalan zengin ailelerden birisi de elbette ki Şura’nın ailesiydi. Evlerinin önüne kadar ulaşan isyancılardan kaçarak, bulundukları yerden bir parça daha olsun güvenli bir yere gitmek üzere doğup büyüdükleri evleri ile vedalaştılar. Burada sevemediğim tek bir şey vardı; Şura’nın tek başına yapmak durumunda olduğu zorlu tren yolculuğunun yer almamasıydı. Diziyi kitaptan tamamen bağımsız izleyerek değerlendirme taraftarıyım, geçen hafta da bu kararımın arkasında durdum fakat Şura’ya cesareti ve kendi ayaklarının üstünde durmayı öğrettiğini düşündüğüm, bunda en büyük etken olduğunu düşündüğüm yolculuk sahnesinin yer almaması karakter açısından bir eksiklikti bana göre. Bu sahne bizlere Şura’nın kendi başına da bir şeylerin üstesinden gelebilecek kadar güçlü olduğunu gösterecekti, daha sonrasında da Şura’nın bu tarz sahnelerini göreceğiz fakat bu çok önemli bir adımdı benim açımdan. Bunun dışında her şeyin gayet dozunda verilmesini çok sevdim, sürecin karakterlerin açısından anlatımı gayet güzeldi. Bundan sonra Seyit, Celil, Tatya ve Şura için hiçbir şey eski hayatlarındaki gibi kolay olmayacak. Çıktıkları yolun çok zor ve engebeli olduğunun farkındalar elbette ki fakat akıllarındaki “zor” kavramının yaşadıklarıyla, karşılaştıkları sürprizlerle birlikte bir hayli değişime uğrayacağı kesin.

Esir Türk’lerle karşılaştığı sahneyi inanılmaz merak ediyordum, keşke izleyebilseydik.
 
Son olarak; çok beğendiğim jeneriği geçen hafta göremeyince bayağı üzülmüştüm. Bu hafta yerli yerinde görmek beni sevindirdi. Çok naif bir jenerik, belki çok özellikli değil ama hikâyeyi yansıttığını düşünüyorum. Fakat bu çok güzel jenerikte aradım taradım Eva Dedova’nın adını bulamadım, umarım Tatya gibi çok önemli bir karakter erkenden ayrılmayacaktır aramızdan.
 
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR