Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Avcı av olduğunda…
Sezon: 1 Bölüm: 8

“(No:16) -- Anslo Garrick”

The Blacklist’i iki hafta önce yayınlanan bölümünde klasik bir noktada bırakmıştık: Listeden birini daha Red’in yardımlarıyla avlamışlardı; Tom ile ilgili ortada bir gerçek varsa bile daha öğrenemedik. Farklı olansa Liz’i evlat edinip büyüten babanın Red’le tanıştığı ve adamı Red’in sonunda öldürmesi oldu. Sonrası matem havası işte. Bölümü de bununla açtık sayılır.

Bu bölümün liste adamı, Ritchie Coster’ın canlandırdığı 16 numaralı Anslo Garrick oldu. Tarz olarak da tersine dönüp Red’in değil, liste adamının onu avlamaya çalışması işlendi. Üstelik hikaye de harika bir sonla bir bölümlük daha sarktı. Sadece sonu değil bence geneli de güzeldi. Ben bu yazıyı yazarken IMDB pıuanı 9.2’de, o derece. Elbet böyle kalmayacaktır ama ilk intibanın güzel olduğuna dair bir işaret.

Bölümün fragmanından pek anlamadığım kötünün, klasik bir kötü olduğunu düşünüyorum. Daha iyi bir hikaye bulabilirlerdi. Eski bir intikam hikayesi olan bir adam işte, her dizide mevcut. Zamanında Red de onu öldürmek istemiş ama kurtulmuş. Adamın bundan kalma da bir yara izi var. Neyse ki makyajı güzeldi, gözüme batmadı. Yüzü de güzel yamulmuş.

Bölümde hoşuma giden noktalardan ve içeriğinden maddelerle bahsedersek:


“2 elde 22 marifet, maşallah.”

** Red’in ve Donald’ın benim ‘Hannibal Kafesi’ dediğim o camdan yere sıkışması ve hayatta kalmak için kedi-fare oyununa bu şekilde girişmeleri. İşi basit bir rehin almaya çevirmediler. Bu dizinin arkasındaki zekâyı boş yere sevmiyorum işte ben.

** Red’in o sevimli espri anlayışını çıkartırsak, sabrı taşan Anslo cama ateş ettiğinde kurşunun sekip de arkadaki adamı öldürmesi, bölümün en eğlendiğim anlarından biriydi. Neyse ki sadece Red’e bırakmıyorlar böyle şeyleri. Bir karakteri de yıpratmamak lazım sonuçta. Daha lazım bu adam.

** Zamanında Donald’ın Red’in peşindeyken Anslo ile işbirliği içinde olması ve adamı elinden kaçırması. Böylesi bir durumdan Red’in haberi olması ve bacağı berbat durumdaki Ressler’ı yaşatmak için elinden geleni yapması. Üstelik bunun kapalı alanda ve öylesi bir alanda/ortamda yapılması.

“Sizin hayatınızı kurtarmaya çalışan da en büyük düşmanınız olsa?...”

Ama bu noktada gözüme takılan birşeyden de bahsetmem lazım:

-- Red karakterinin süper adamlık olayının maşallahı yok mu? Bunca yıldır başına gelen dünya kadar şeyden dolayı yadırgamıyorum ama adamın biraz daha imkânı olsa Ressler’a dört başı mamur ameliyat bile yapardı herhalde. Bir ara atardamarı belli bir noktaya kadar kesip dağlama işine falan da girişti. Donald bu işten nasıl kurtulmuş olacak merak etmiyor değilim.

** Red’in bir şeyleri bilmesine artık şaşmamak lazım da bu adam bildiklerini çok güzel ortaya döküyor. Donald’a nişanlısı Audrey Bitwell’i sorması mesela. İkisinin kapana kısılmışken yaptığı o konuşmalar. Bu bölümün diyaloglarını sıralasak sevdiklerimde ilk üçe girenlerden biri şuydu:

“O ilişkiyi bitiren seninle olan ilişkimdi.”

** Bir diziyi izlerken aslında sevmediğim ama mecburen kabul ettiğim bir gerçek var ki o da karakterlerin ‘Aman bu nasılsa başrol, bir halt olmaz, kurtulur’ durumu. Misal Donald. Adamın öleceğine dair zerre inancım yok. Ama bölümün sonunda Red’in 2 adamı öldürmesi olayını beklemezken olmasından da zevk aldım doğrusu.

Hem o çekici kadın gitti, hem de Dembe. Üstelik Dembe’ninki baya etkileyiciydi de. Red’i robot olarak düşünen tarafım öldü bu bölümde. “Çocukken uyuduğum gibi uyumak istiyorum” cümlesi de çok güzel yalan oldu o sonla. Bu saatten sonra uyuyacağı varsa da uykusu kaçar artık…

(Bu maddeye değinmişken izlediğim diziler içinde Game of Thrones’u tenzih ediyorum. Onun başında bir George R.R. Martin var, akıllara zarar-ziyan. 1x09 mu dersin, 3x09 mu? Dahası da var da bunlar benim en beklemediklerimdi)

** Ben din konularında biraz cahil bir insanımdır. Bölümün sonunda Dembe ve Reddington camın iki tarafında karşılıklıyken ve Dembe’nin, son anlarına doğru giderken söylediği şey ‘İhlas suresi’ymiş. (#İtiraf: Dizimag’de dizi yorumlarına gözatarken görünce ne olduğunu öğrenmiş oldum.) Normalde bir Müslüman son anlarına doğru giderken en azından Kelime-i Şehadet getirir. Bu dizide olansa bu olmadı. Peki, bu bir sorun mu? Aslında değil.

“Çok sevimli değiller mi ya, al evde besle.”

Ama bu dizinin detaylarda gizlenen noktalarından çıkan şeyleri düşünürsek bundan bile birşey çıkabilirmiş gibi geliyor. Zaten ben aslında Liz’in Red’in kızı olduğuna bile tam olarak ikna olamadım. Güya geçen bölüm üvey baba ölümünde emin oldum ama sonra düşündükçe yine ve yeniden ‘Fazla gözümüze sokuyorlar!’ paranoyam geliyor. Tom’un ne olduğuyla ilgili sabrım daha geniş, o yüzden mümkünse biz bunu daha önce ama ‘kesin’ olarak öğrenelim. Liz sonra öğrense de olur…

Haksız mıyım şimdi ben? Bence de haklıyım. O zaman haftaya Part 2 ile görüşmek üzere…

 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR