Bu haftadan önce tam 64 bölüm Arrow izlemiştik. Temelde bir milyarderin yaşadıklarıyla şehrini kötülüklerden korumak isteyen bir süper kahramana dönüşmesini konu alan 64 bölüm derine inildiğinde epey farklılaşıyordu. 64 bölüm boyunca Oliver Queen'in Arrow olma yolunda kaybettiklerini izlemiştik. Oliver Quenn hep kaybediyordu. Babasını, Yao Fei'yi, Shado'yu, Slade Wilson'ı, annesini, Sara'yı, yaşama sevincini, kimliğini... 64 bölüm boyunca Oliver Queen hep kaybetmişti. 65. bölümde en büyüğünü kaybetti. Olmak uğruna Oliver Queen'i kaybettiği Arrow'u kaybetti. Üçüncü sezonun sonlarına yaklaşırken Arrow, Ra's Al Ghul'un elleriyle parçaladığı bir kimlik sadece. Üstelik Ra's Al Ghul öyle dalgalı bir denize savurdu ki parçaladıklarını artık geri dönüşü de yok.
Geçtiğimiz bölümü Oliver'ın teslim olması ve Lance'e yaptığı itirafla kapattık derken her zaman onun arkasında yer almış Roy'un bu kez önüne atladığını görerek bitirmiştik. Roy onca polisin ve basının önünde Arrow olduğunu itiraf edip Oliver'ı hapisten kurtarmıştı. Aslında Lance'in onu da bırakmaya niyeti olduğu söylenemez ama son dönemde hukukçu yetenekleri gün yüzüne çıkan Laurel, sadece Roy'un hapse gitmesini ayarladı. Oliver'ın elbette Roy'un hapse girmesiyle doğrudan bir ilişkisi yok. Bu onun ekibinin kararıydı, haberi bile yoktu ama Oliver'ı bunun için suçlayan Lance'i haksız bulamıyorum. Oliver'ın dikkatsizlikleri ve görmemekte direndiği şeyler olmasa işler buraya kadar gelmezdi. Diğer bir deyişle Malcolm Merlyn ve Ra's Al Ghul bile aynı fikirdeyse o fikir doğrudur. Tüm bu saçmalıklar yerine Oliver'ın, yeni Ra's Al Ghul olmayı tercih edip Suikastçiler Birliğini kendi inanışı doğrultusunda yönetmesi kısa bir çözüm olurdu.
Bir süredir ara vermiş olan "Arrow'un şehrin kötü adamlarının peşine düşmesi" hikayesi de tekrar başladı. Bu kez kötü adam pek tanıdık değildi. Central City'de Flash'in zulmünden(!) kaçıp yeteneklerini kullanmaya gelmiş bir meta insandı. Hazır Arrow da yokken soluğu Starling'de alan bu eleman bizimkilerim radarına tam girmişti ki Lance'ten bir hamle daha geldi. Artık Oliver'dan fersah fersah önde olan Lance bodruma yeni bir baskın düzenledi. Tabii Oliver'dan önde olsa da hala bir Felicity değil. Bizimkiler çoktan mekanı temizleyip Roy'un Arrow olduğu hikayesini doğrulayacak şekilde yeniden düzenlemişlerdi. Lance'in her şeyden önce Team Arrow'un kostümlerini sergilemesine kızmasına yine hak vereceğim. Bu nasıl bir artistlik bu nasıl bir ego, ağırlık yapmıyor mu o?
Oliver'ın artık Arrow olarak hareket edemeyecek olması, Barry'ninse Central City'de işinin başından aşkın olması nedeniyle Starling'e düşen meta insana karşı tek çare yakın zamanda kahraman olmuş biri oldu: ATOM. Hastanedeki "Seni seviyorum-Teşekkür ederim" muhabbetinden gururu biraz daha zedelenmiş olarak çıkan Ray yine de Felicity'yi seviyor ve şehir için bir şeyler yapmaya çalışıyor. Felicity ve Oliver ayağına gelip yardım isteyince de kabul etti elbette. Yine de Oliver'ın son dakikaya kadar onun yeterli olduğuna güvenmemesi, ikilinin bilim ve içgüdü odaklı tartışmaları, sonunda Ray'in kötü adamın peşine düşüp madara olmasıyla sonuçlandı. Ray görevdeyken Oliver'ın Felicity'ye söylediği "Ben görevdeyken de bu kadar endişeleniyor musun?" ve "Ray'le akraba olma olasılığınız çok yüksek," sözleriyle epey eğlendiğimi itiraf edeceğim. Felicity'nin kalbi kırılmış olabilir ama bir insanın bu kadar düşüncesiz olması bana ancak komik geliyor.
Diğer tarafta Roy'un durumuysa komiklikten olabildiğince uzak. Iron Heights'ta, Oliver'ın (ve tabii kendisinin) hapse tıktığı yüzlerce mahkumla birlikte kalmak zorunda. Hapse girerken bunun da tamamen farkındaydı. Thea'nın da içini ferahlatmadı. Nitekim, beklenen oldu. Sonunda ufak bir mahkum ordusu Ray'e saldırdı. Iron Heights, zeka konusunda gerilemeye yol açıyor olmalı ki Arrow'un hakkından gelebileceklerini düşünüyorlar. Sadece Arsenal bile onları silahsız hacamat etmeye yetti tabii. Yine de Roy'un saldırıya uğradığı haberi gelince Oliver'ın yerinde durması olanaksızdı. Tam Roy'u hapisten kaçırmaya giderken onu durdurabilecek tek kişi tarafından durduruldu: Felicity. Sevdiği ve her söyledine güvendiği kadının söylediği "Roy'u hapisten çıkarsan da çıkarmasan da artık Arrow yok," lafı gerçeği artık fark etmesini sağlamış olmalı. Felicity'nin dilinin ucuna gelen "Arrow olsun olmasın sen benim sevdiğim adamsın," lafını tamamlayamamasıysa sadece acı veriyor.
Ray ve Felicity'nin kurduğu (ve tabii ki Felicity'nin bininci kez kaçırılmasıyla sonuçlanan) plan sonunda Ray'i tekrar meta insanla karşı karşıya getirdi. Bu kez yanına teknolojisini ve Oliver'In kontrolünü alsa da Ray sonunda yine yalnız savaşmak zorunda kaldı. Yine de Oliver'la birlikte çalışmaları ve Oliver'ın ona kahramanlığın doğasını öğretmesi sonucunda kazanmayı başardı. ATOM, Starling'deki ilk görevinden başarıyla ayrılmış sayılabilir. STAR Lab'deki hapishaneye tıkarken Cisco'yla birlikte ismini koydukları Deathbolt'un, parçacık hızlandırıcının patladığı gün Central City'de olmamasıysa apayrı bir konu. Meta insanlık Amerika'da ne kadar yaygın bilmiyorum ama Starling'e pek de uymuyor, umarım tek seferle sınırlı kalır.
İkinci sezonun finali olan Unthinkable'da Oliver'ın, tüm yollar kapanmışken Slade'e karşı düşünülemez olanı bulması gerekmişti. Bu kez onu Team Arrow yaptı. Felicity ve Diggle'ın göz göre göre Roy'u hapse yollamalarında bir tuhaflık vardı zaten sonunda ortaya da çıktı. Bir iki dakikalığına Roy'un ölümünün şoku ve kederiyle baş başa kaldıktan sonra, Roy'un en başında kaçmak üzere hapse girdiğini anlayabildik. Artık resmi kayıtlara göre Roy Harper ölü ve Oliver Queen masum. Tabii bu arada Arrow da ölü. Artık gerçekten Arrow yok. Diggle artık bir baba, Felicity artık Ray'le birlikte ve Roy da Starling'den kaçmayı başardı. Team Arrow'un birbirlerinden asla kopmayacak olmalarına rağmen vedalaşmaları yaptıkları işin dağıldığı anlamına geliyor. Üç sezondur heyecanla izlediğimiz çılgınlık artık epey farklı.
Okyanusun öte tarafındaysa işler iyice sarpa sarmış durumda. Hong Kong'da kapana kısılmış durumda olan Oliver ve Yamashiroların nasıl kurtulacağı belirsiz. Amanda Waller'dan şüphelenmeleri ama Oliver'ın Waller'ı ordunun tutsağı olarak bulması sadece bir kandırmaca olabilir mi? Waller'ı düşündüğümüzde her şey mümkün. Yine de Alfa sayesinde bütün Çin'i yok edebilecek bir virüs geliştirilirken kurtulmak için gerekli aşıya sahip Oliver, Maseo ve Tatsu'nun bunun yerine ordunun inine girmeyi tercih etmeleri çok cesurca. Starling'deki hikaye kadar Maseo, Tatsu ve Oliver'ın birbirlerinden nasıl bu kadar uzağa savrulduğunu da Akio'ya n'olduğunu da merak ettiğimi söylemem gerek. Bir de Oliver'ın aşk acısı yaşamayan halini arada sırada görmek de hoş oluyor yani.
Tam her şey çözüldü (Lance'in Oliver'ın peşinden ayrılmayacak olmasını geçiyorum oradan bir şey çıkmaz artık) derken yine olmayacak şey oldu. Oliver'ın çevresindeki herkesin karşısına tek tek çıkan, onu sıkıştırmak için her yolu deneyen Ra's Al Ghul sonunda çizginin epey ötesine çıktı. Thea daha Roy'un yaşadığını bile öğrenmeden karşısında Şeytanın Başı’nı buldu. Artık eski ağlak kız olmasa da, Malcolm'un eğitiminden geçmiş olsa da Oliver'ı yenen adamın karşısında hiçbir şansı yoktu. Yine de tam "Ra's Al, Thea'yı kaçırıp hapseder, Oliver da peşine düşer" derken Ra's Al Ghul'un Şeytanın Başı adının hakkını verircesine sağladığı kılıç hepimizi şoka soktu. Oliver'ın en sevdiğini kanlar içinde yerde bırakırken gelecek bölüm için de Nanda Parbat ve Lazarus Pit'e göz kırpıyoruz.