Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Anlıyor musun?
Sezon: 2 Bölüm: 23
Oliver’ın “Katilden kahramana” adlı eseri çok yakında.
 
Arrow’un sezon finali için bir hayli heyecanlanmıştım. Gelen tüyolar, fotoğraflar, haberler ve tanıtımlar ile beklenti fazlasıyla yükselmişti. Ve bu yükselen beklentiyi de fazlasıyla karşıladılar bana kalırsa. Arrow gerçekten çok ama çok güzel bir sezon finali ile bizlere veda etti. Her açıdan inanılmaz doyurucuydu ve gelecek sezon ile ilgili beklentileri de bir hayli yükseltti. Özellikle ikinci sezonunda müthiş bir ivme kazandı ve diziyi “zaman geçirmek” amacıyla izleyen hemen herkesi kendisine bağlamayı başardı. Eminim ki gelecek sezon ile de aynı iddiasını devam ettirecek ve yine aynı heyecan ile kendisini izletmeye devam edecektir. Bölümün adı “Düşünülemez, tahmin edilemez” olarak çevirebileceğimiz Unthinkable idi. Bölümün içerisindeki hemen her şey için geçerli olabilecek bir bölüm adıydı bu ama daha çok Oliver’ın geçmişteki ve şimdiki hali düşünüldüğünde mana bulan bir kavramdı bana kalırsa.

Bölüm geçtiğimiz hafta kaldığımız yerden başladı. Roy’a Mirakuru tedavisini enjekte eden ve sonuç göremeyen Oliver elindeki tek silahı kaybetmiş olmanın üzüntüsünü yaşıyordu, çünkü Slade’i kendisine verilen süre içinde alaşağı etmediği takdirde Amanda Waller Starling City’i Mirakuru Ordusu’nun dünyaya yayılmasını engellemek amacıyla yerle bir edecekti. Fakat Oliver’ın korktuğu şey gerçekleşmedi ve Mirakuru tedavisi Roy’un üzerinde etkili oldu. Roy eski süper güçlerinde sahip değildi ama Oliver’a yardım edecek kadar “birikime” sahipti. Oliver hem Slade’e karşı kullanabileceği en etkili silaha hem de Slade’e karşı kuracağı ordusuna Roy’u da katabilecekti. Roy’un Red Arrow olacağı çok uzun zamandır belliydi, bu hafta Oliver’dan aldığı maske ile bunu resmileştirmiş olduk. Uzun zamandır beklediğimiz an da böylece gelmiş oldu.

“Ben Nyssa, şeytanın varisiyim.”
 
“Felicity Smoak, MIT 2009 Sınıfı.”
 
“Ordu” demişken: Hatırlarsak geçtiğimiz hafta dizimizin senaristlerinden bir tanesinin röportajından bir kesit paylaşmıştım. O kesit; “Bir orduyla mücadele ediyorsanız, bir orduya ihtiyacınız vardır,” derdi. Bu hafta cümlede geçen “ordu”nun nereden ve kim kaynağıyla geldiğini de görmüş olduk. Ben Oliver’ın kuracağı ekibin kastedildiğini düşünüyordum fakat gerçek manada bir “ordu”dan bahsedilmekteymiş. Histerik hallerinden birini yaşayarak yine ortalardan kaybolan Sara, Ra’s al Ghul’un kızı Nyssa’yı ve ordusunu da yanına kattığı gibi Oliver’a destek olmaya gelmişti. Sara’nın döneceğini, Oliver’ı yalnız bırakmayacağını zaten biliyorduk ama Nyssa ve “League of Assassins” işin bonusu oldu. Elbette ki Sara’nın bu yardım karşılığında ödeyeceği bir bedel vardı: Sara, geri dönmemekte son derece kararlı olduğu League of Assassins ekibine geri dönecekti. Oliver elbette ki ilk başta Nyssa ve yanında getirdiği ufak çaplı orduya karşı bir hayli mesafeliydi fakat Amanda’nın şehri yerle bir etme tehdidi de bir o kadar cenderede bırakıyordu. Tüm bunlar Oliver’ı dört bir yandan sıkıştırırken o da Nyssa ile el sıkışmak zorunda kaldı ve bu ekip de böylece toplanmış oldu.

Oliver’a yardımcı olacak ekibin bir diğer sürpriz ismi de Diggle’ın uzatmalı sevdiceği Lyla idi. Team Arrow saat kulesinden, Slade’in adamlarından kaçarken arkalarından gelmelerini engelleyen hamle bizzat kendisinden geldi. Saat kulesinin havaya uçurulma anı gerçekten bölümün en keyifli anlarından bir tanesiydi. Böylece diğerleri “saha görevine” çıkarken Diggle ve Lyla, Amanda’yı durdurmak amacıyla A.R.G.U.S semalarında boy göstereceklerdi. Nitekim başarılı oldular da, hatta Lyla’nın hamile olduğunu öğrendikten sonra iki kişi olarak girdikleri A.R.G.U.S binasından üç kişilik bir çekirdek aile olarak çıktılar.

Enfes ordu, enfes sahne!
 
Ordu toplanmıştı ve yapılacak tek bir şey kalmıştı: Slade’in Mirakuru ordusunu kimseyi öldürmeden yerle bir etmek. Bu bizlere gerçek manada efsanevi bir sahnenin de kapılarını açtı. Mirakuru ordusu ve Oliver’ın ordusu arasındaki çatışma, Arrow’un en iyi anlarından bir tanesiydi. Bu renkli ve “tahmin edilemez” ekibi aynı safta izlemek gerçekten inanılmaz keyifliydi. Oliver’ın ordusu, Slade’in Mirakuru Ordusu’nu yerle bir etmeyi başardı. Artık şehri tehdit eden bir unsur kalmamıştı, yok edilmesini gerektiren bir sebep de elbette. Amanda, Starling City’e yönlendirdiği insansız hava uçaklarını geri çekti. Şehir bir kere daha yok olmaktan kurtulmuştu.

“Seni seviyorum. Anlıyor musun?”
 
Hayır, Oliver. Anlamıyoruz.
 
Şimdi biraz anlar gibi olduk.
 
Oliver ile Felicity arasındaki “Seni seviyorum” anı da daha önce senaristlerimiz tarafından tüyo replik olarak bizlere verilmişti. Çok ani, çok zamansız, çok yersiz, çok mantıksız ve o an için çok manasız olmasına rağmen sahnedeki akıma kendimi öylesine kaptırdım ki tüm mantıksızlıkları elimin tersiyle iterek o anın gerçek olmasını istedim. Oliver ile Felicity arasındaki çekime kapılmamak mümkün değil zaten, gerçekten inanılmaz bir enerji yayıyorlar etrafa yan yana geldikleri vakit. İşte ben de bu akıma ve enerjiye kapılarak o sahneyi –Slade gibi- bir güzel yedim. Fakat elbette ki bu büyüleyici an gerçek değildi. Malumunuz Oliver, Slade’e Mirakuru tedavisini enjekte edecek kadar yaklaşamıyordu ve bundan dert yanıyordu. Kafasında kurguladığı ve son saniyeye kadar Felicity’ye dahi çaktırmadığı –ki burada Felicity’nin duygularıyla oynadığı için çok bozulmuştum ama şu an konumuz bu değil tabii- oyunu sayesinde Slade’e tedaviyi enjekte ederek eşit şartlarda dövüşme ve O’nu alt etme şansını bulacaktı.

Paralel sahnelerin güzelliği hakkında hemfikiriz sanırım.
 
Ada sahnelerinde ise bir başka Slade ve Oliver yüzleşmesi izliyorduk. Oliver, Slade’i ikna etmeye çabalıyor ama bir sonuç elde edemiyordu. Slade, kafasında Shado’nun hayaleti ile yaşıyordu. Yani tam manasıyla çıldırmış vaziyetteydi. Tam işler sarpa sarmışken teknedeki patlama ile birlikte Oliver’a bir şans daha doğmuştu.

“Güçlü kadınlardan hoşlandığını sanıyordum ama onunla tanışınca neden hoşuna gittiğini anladım.”
 
“O oldukça hoş, senin Felicity’n.”
 
Felicty, Slade’e tedaviyi enjekte etti. Slade ile Oliver artık eşit şartlarda mücadele edeceklerdi. Tam burada bölümün en başarılı anlarını izledik. Ada sahnelerindeki Oiver ve Slade mücadelesi ile günümüz Oliver ve Slade mücadelesinin paralelleri gerçekten inanılmaz keyifliydi. Geçişler ve sahnedeki atraksiyon öylesine kendine bağlıyordu ki insanı, bir an dahi gözümü ayıramadım. Ve bu paraleller eski Oliver ile şimdiki Oliver arasındaki farkı da gözler önüne seriyordu. Eski Oliver egosuna düşkündü, sinirlerini kontrol edemiyor ve anlık düşünüyordu. Fakat günümüzdeki Oliver yaptığı her şeyin bir sonucu olacağının farkındaydı, bir kahramandı ve bu Slade sayesinde olmuştu. Geçmişte gösteremediği cesareti o an gösterdi ve Slade’i öldürmek konusunda kendisini dizginledi. Ve Slade artık A.R.G.U.S hapishanelerinden bir tanesinde tutulmaktaydı.

“Bu senin zayıflığın evlat, beni öldürecek cesaretin yok.”
 
“Hayır, hayatta kalmana izin verecek kadar güçlüyüm.”
 
Hapishanedeki Slade ve Oliver yüzleşmesi yine enfes bir andı. Ben Slade’in tedaviden sonra bir parça olsun düzeleceğini düşünmüştüm, fakat Slade her zerresinde nefret taşıyormuş ve düzelmesinin hiçbir yolu yokmuş. Slade için Oliver’ın kendisini öldürmemesi cesaretsizlik ve korkaklıktı fakat Oliver, Slade’e teşekkür ediyordu. Çünkü Oliver, bir insanın yaşamasına izin verecek cesarete sahipti artık ve her şeyi zor ama sağlam yollardan hallediyordu. Oliver, Slade’e kendisinin bir kahraman olması yolundaki desteklerinden ötürü teşekkür ediyordu.

Thea yine “bir yaptığım diğer yaptığımı tutmaz”cılık oynuyor.
 
Roy’a “Gidelim buralardan, dayanamıyorum.” dedikten saatler sonra.
 
Thea cephesinde ise işler –her zaman olduğu gibi- karışıktı. Thea, Malcolm Merlyn’i gerçekten vurmuştu fakat çelik yelek mucizesi sağ olsun Merlyn’ciğimize bir şey olmamıştı. Merlyn ile verdiği mücadelenin arasında Roy’dan mesaj alan Thea, mutlu olmuştu fakat yine de endişeliydi. Roy ile yüzleştiğinde ise sevdiği adamın geri geldiğini anladı. Roy’un halletmesi gereken son bir iş vardı –ki bu Oliver’a yardım ederek şehri kurtarmak- ve bu son işi hallettikten sonra Thea ile birlikte uzaklara gitme hayali kuruyordu. Yani özetle; “Gidelim buralardan, dayanamıyorum,” diyordu. Fakat kurtlu hanım kızımız Thea yine depresif ataklarından bir tanesini geçirdi ve Roy’a bir not bırakarak daha birkaç saat önce tereddüt dahi etmeden çekip vurduğu babası Merlyn ile birlikte kayıplara karışmayı tercih etti. Muhtemelen bu Thea’nın “Speedy” olma yolundaki ilk adımı olacak ama bu kendisinin son derece dengesiz bir yapıya sahip olduğu gerçeğini elbette ki değiştirmiyor.

O sana hiç yakışmadı canım, onu bir çıkaralım önce.
 
Sanıyorum ki yine bir Lance ailesi draması doğuyor, eyvahlar ola!
 
Sara ise Lance ailesinin fertleri tarafından League of Assassins’a geri gönderiliyordu. Fakat maşallah öyle bir hava vardı ki sanırsın bir haftalık Maldivler tatiline gidiyordu. Burada bizi asıl ilgilendiren –beni asıl yıkan- nokta ise geçtiğimiz hafta kesinlikle olmayacağına kendimi inandırdığım Laurel’ın “Black Canary” olma mevzusu idi. Sara’nın ceketini Laurel’a vermesi ve “Ay tam da sana göre,” demesiyle anladık ki Laurel yeni Black Canary’miz olacak. Nasıl ve ne şekilde olacak bilmiyorum, zaten yeni sezona dair hevesimi kıran tek mevzu da bu. Bunca sevilmeyen bir karakter neden her seferinde daha da göze sokuluyor anlamıyorum zaten.

“Söylediklerinde ciddi olabileceğini düşünmüştüm. İyi yutturdun.”
 
“İkimiz de öyle.”
 
Yazıyı bitirmeden evvel Oliver ve Felicity’ye geri dönmek istiyorum ki zaten son sahne ile yazının da son satırlarına yaklaşıyoruz. Oliver ve Felicity arasında geçen “Seni seviyorum” sahnesi gerçek olsa belki de bu kadar etkisinde kalmayacaktım bu bölümün. Son sahnedeki an çok daha güzeldi çünkü ve hatta senaristlerin bizlere “oyun” olarak görünen şeyin aslında ne kadar “gerçek” olduğunu gösterdiği andı. Bundan sonra nasıl gelişir hep beraber izleyeceğiz ama üçüncü sezonun ortalarına doğru artık olgunlaşan bir Oliver&Felicity ilişkisi –her ne kadar Oliver’a güvenmesem de- izleyeceğimizi düşünüyorum. Sezon sonuna da yolumuzu bulmuş oluruz gibi görünüyor. Laurel’ı araya sokmayalım tekrar, yoksa Lance ailesinin yaşadığından daha “büyük” bir drama yaşayabilirim.

Hong Kong’a hoş geldin!
 
Ve gelelim bölümün son anına… Biliyoruz ki Oliver birçok teknolojik alete hâkim, dövüş konusunda usta, kurşun yarası dahi tedavi edebilecek bir sağlık bilgisine sahip ve uçak dahi uçurabiliyor. Felicity’den sonra biz de soralım; adada bir başına kalan Oliver uçak dahi uçurmayı nereden öğrendi? İşte burada da Amanda Waller devreye giriyormuş meğer. Al sana yeni sezon için enfes bir malzeme! Ne diyorduk? Hong Kong’a hoş geldin!

Sezonun bitmesi ile birlikte yeni sezon ile ilgili haberler gelmeye başladı. Bunlardan ilki –ki beni en çok sevindiren mevzu- Malcolm Merlyn’in önümüzdeki sezonda düzenli olarak yer alacağı. Diğeri ise; dizimizin yayın gününde yeni sezonda hiçbir değişiklik olmayacağı.

Yaşayan en hızlı adam!
 
Veeee Arrow’un sezon finali ile birlikte en sonunda The Flash ile de tanıştık. Hem kısa trailer hem de uzun tanıtım ile benim gönlümü şimdiden fethetti. Gerçekten bir sinema filmi fragmanı izler gibi hissettim kendimi ve inanılmaz heyecanlandım. The Flash, yeni sezonda Salı günleri ekranlarda boy göstermeye başlayacak. Göründüğü kadarıyla malzemesi Arrow’dan daha bol ve yine Arrow’dan edinilen tecrübe ile hazırlanmış. Hayırlı ve uğurlu ve de çabuk olsun!

“Benden sana bir tavsiye.”
 
“Bir maske tak.”
 
İyisiyle kötüsüyle Arrow’un ikinci sezonunu geride bıraktık. Arrow’u izlememek ve yazmamak bende büyük bir boşluk yaratacak. Önümüzdeki şu üç ayın çabucak geçmesini diliyor ve haftalardır okuyan herkese teşekkürler ediyorum. Yeni sezonda görüşmek üzere!
 
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR