Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Acı kaçınılmazdır, acı çekmek kendi seçimindir
Sezon: 3 Bölüm: 3
“Biz bir arada olamayacaksak, yaşıyor sayılmayız ki. Sen benim ailemsin. Senin bana ihtiyacın olmasa bile, benim sana ihtiyacım var.”
 
Arrow’da bu hafta Thea’nın haftasıydı ve biz O’nunla birlikte “aile olmak” üzerine güzel bir bölüm izledik. Eksiklerle, kayıplarla, yalanlarla, gerçeklerle herkesin elini uzattığında orada olduğunu bildiği insanlardır aile… Kimi zaman hayal kırıklığı yaşatırlar, belki herkesten fazla üzerler ama eksikleriyle de olsa hep oradadırlar. Ve siz uzaklaştıkça onların “orada” olduğu zamanları özlersiniz, ararsınız. Thea’da da durum tam olarak buydu. Kaçtığı kişiler ile özlediği kişiler aynıydı.
 
“Bir daha bu acıyı çekmek istemiyorum. Bir daha ne incitmek, ne de incinmek istemiyorum.”
 
Ben yeni Thea’yı sevdim, baya sevdim hem de.
 
Bölüm dokuz ay öncesinde, geçtiğimiz sezon Thea’yı bıraktığımız yerde başladı. Thea artık o ne istediğini bilmeyen, tutarsız kadın değildi. Ne olmak ve nerede olmak istediğini biliyordu. Ne istemediğini de biliyordu; artık güçsüz olmak ve başkaları tarafından incitilmek istemiyordu. Malcolm’un yanına gitmesinin sebebi de buydu. Thea’yı belki de ilk defa anladım ve ilk defa hak verdim. Yaşadığı onca şeyden sonra uzaklaşmak, yeni bir hayat kurmak ve yeni bir insan olmak istemesi çok ama çok doğaldı. Ve orada zor da olsa kendi düzenini kurmuştu bile… Ta ki Oliver O’nu bulmaya gelene kadar. Oliver, Laurel’ın kardeşini kaybettikten sonra yaşadığı boşluğu ve acıyı görüyordu. Ve Thea’yı kaybetmeye hiç mi hiç niyeti yoktu. Nerede olursa olsun O’nu bulacak ve evine (Gerçi bana kalırsa Thea, Corto Martese’de daha güvendeydi ama…) geri getirecekti. Başardı da… Oliver’ın, Thea’ya içini açması ve O’na ihtiyacı olduğunu söylemesi Thea’yı ikna etmeye yetti. Orada yaşadığı hayatı ardında bıraktı ve Oliver’ın yanına, evine döndü. Çünkü Oliver’ın da dediği gibi, bir arada olmadıkları sürece yaşıyor sayılmazlardı. Bakalım yeni Thea, Starling City’de bıraktığı Thea’nın izlerini nasıl silecek? 
 
Vallahi özlemişiz.
 
Ve ne yalan söyleyeyim Thea ve Roy’u uzun zaman sonra yan yana görmek gerçekten çok güzeldi. Yeniden birbirlerine dönsünler istiyorum. Roy’un ve özellikle Thea’nın değişiminden sonra, gerçekten çok karizmatik bir ikili olacaklardır. İkisi de bambaşka insanlar artık ve biz de yepyeni bir aşk izler gibi izleyeceğiz onları. 
 
Piremsesimin kendisine ait bir sarayı var artık.
 
Töbest! O sevimli surata bu ifade?
 
Felicity ise yeni işine ve yeni hayatına kocaman bir adım atmıştı. Aslında Felicity’nin en sonunda hak ettiği değer görüyor olmasına seviniyorum. Her seferinde kenarda köşede kalan o sevimli hacker kız olmaktan öteye geçemeyen Felicity, şimdi belki de hayal bile edemeyeceği bir yerdeydi. Kendi ofisi, asistanı ve potansiyelinin farkında olan bir “patronu” vardı. Fakat Felicity’nin rüyası çok uzun sürecekmiş gibi durmuyor. Aynı anda iki yerde olamaz Felicity ve bu bir yerden sonra fire vermeye başlayacaktır. Ki başladı bile… Ray’e açıklaması gerek daha çok “uzun hikâye”si olacak gibi duruyor.
 
Diggle, Lyla’nın kendisinden ricası üzerine Shaw’ın peşine düşmüştü. Tabii ki Oliver ve Roy’un yardımları ile… Ama kimin dost, kimin düşman olduğunu her zaman bilemeyiz. Değil mi? Diggle’ın da bunu anlaması uzun sürmedi elbet ve “düşman değil” dediği insanı bir anda karşısında buldu. Diggle’ın amacı ailesini korumak, Shaw’ın amacı ise ARGUS’tan ve Waller’dan kurtulabilmekti. Aslında Waller ve Argus’u (Çizgi romana hâkim olan izleyicileri bir yana koyarak) tam olarak tanımıyoruz, Oliver’ın Hong Kong hayatı ile birlikte bizler de O’nu yavaş yavaş tanıyacağız.
 
-Kahraman olacağım.  –Peki.  –Teşekkürler.  –Önemli değil.
 
Laurel’a gelince, geçtiğimiz hafta “Black Canary’cilik oynasın,” derken şaka yapıyordum ama Laurel baya baya evcilik oynar gibi kendi kendine rol biçmiş ve bir şeyler yapıyor. Ne mana yani? Git kendini alkole ver yine, hap falan al. “Sinirliyim, öyleyse kahraman olmalıyım,” havaları nedir Allah aşkına? Oliver’ın karşısına geçip “Kanka borç versene” der gibi “Beni eğit” demek nedir? Bir Black Canary, kolay yetişmiyor. Ceketi sırtına geçirmekle de kahraman olunmuyor. Zaten hep “ben” diyen bir insandan kahraman mı olurmuş? Bu konuyla ilgili beni en çok rahatsız eden şeylerden biri de üç beş olaydan sonra Laurel’ın Team Arrow’a yamanmaya çalışacak olması. Ailecek en büyük kâbusumuz efendim. Bir tek orası vardı zaten kendimizi Laurel’dan soyutladığımız, oraya da gelsin ve kara bulutlarıyla çöksün üstümüze. 
 
Welcome back!
 
Bölüm sonu ise hepimiz için sürprizdi. Sara’nın peşinden gelen Nyssa, okunu Oliver’a yöneltmişti ve biz bölümü tam olarak burada bıraktık. Nyssa, Sara’nın ölümünü öğrendiği andan itibaren intikam peşinde koşmaya başlayacaktır. Laurel işi O’na bıraksa keşke.
 
Dolu dolu bir Arrow bölümünü de böylece ardımızda bıraktık. Ray’in de yavaş yavaş olaylara dâhil olması ve Starling City’nin yeni Thea ile tanışmasıyla birlikte daha hareketli bölümler ile karşılaşacağız. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!
 
Bir Olicity karesi koymadan haftayı kapatacağımı düşünmediniz değil mi?
 
Not: Ekranella olarak her dizinin hayranlarına özel bir alan oluşturmak istedik ve elbette ki Arrow da var! Hafta boyunca Arrow dedikodusu yapmak isteyen herkesi bekleriz: https://twitter.com/EkranellaArrow 
 
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR