Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
14 Ekim: Geride kalanların yeni dramı
Sezon: 1 Bölüm: 1

The Leftovers, kaybolmanın ve kaybetmenin panoramasını çıkaracak gibi duruyor şimdiden.

Kaybetmek, hem de nedensiz ve açıklamasız bir biçimde birinin yok olduğunu bilmek, insanı çıldırtır. Bilen bilir bunu. The Leftovers insanları için de durum bundan farklı değil. Hikâye açılır açılmaz son derece sıradan, oldukça sıradan ilerleyen konuşmalar Dünya nüfusunun %2’sinin bir anda kaybolmasıyla herkesin bir tür çıldırışa savrulmasına neden oluyor. Ki haklılar, ben de o an yanımda olan birinin BİR AN sonra ortadan kaybolmasını sakin karşılayabilecek kadar delirmedim henüz. Hikâyenin Açılış Kadını, bebeğiyle çamaşırhanede ona buna sitem ederken, otoparktaki arabasına binip kontağı çalıştıracakken arabanın arka koltuğuna bir dakika önce bıraktığından ve arabanın yakınına kimsenin yaklaşıp almadığından emin olduğu bebeği Tom’u öyle bir kaybediyor ki- gören gözler bu çıldırışa kayıtsız kalamaz.

Ve derken aradan, 911 çağrılarının hiç susmadığı ilk zamanlarla beraber üç yıl geçiyor.

Bu üç yıl kaybolanların üstüne açıklama getirememekle birlikte umursamayanları daha umursamaz, umursayıp delirenleri de daha insan yapıyor nihayetinde. Ve hayat olduğu gibi, ultra bulanık bir su gibi akmaya devam ediyor: Herkesin bir yakınının mutlaka kaybolduğu 14 Ekim günü ortadan kaybolmayan insanların hayatında bir tür travmaya dönüşüyor, çürük ve ağrı yapan bir diş gibi acı veriyor, incitiyor.

Politikacılar, yine politikacı olmaktan geri durmuyor. Kaybolan insanların ardından yalnızca konuşuyor, dalgalı deniz üzerine bırakılmış kâğıttan gemilere dönüştürüyorlar zamanı. Çarçur ediyorlar.

Ve yine, derken, hikâyedeki hiç kimsenin adını tastamam bilmediğimizi fark ediyoruz?

Şimdi kimin hikâyesine savrulacağız? O, hiç unutmak istemeyip, dizi bitse de ilerleyen yaşamlarını belleğimizde sürdürmeye devam edeceğimiz karakterler, kişiler, insanlar kimler olacak?

Dahası, bu hikâyede kaybı arkasından en çok deliren ama yine de en mantıklı kararları veren kim olacak?


Herkes, ortadan kaybolan yakınının nerede olduğunu bilme hakkına sahiptir nihayetinde.

Ben bu soruları kendi kendime tekrar edip dururken, ismini bilmediğimiz insanların hepsi bir noktada bağlanıyor ve isimleri tek tek ortaya çıkıyor: Polis Şefi Kevin Garvey. (Zaten dizinin afiş fotoğrafında da ultra seksi bir kızgınlığın tezahürü olarak duruyor.)

Sanırım olaylar bundan sonra Kevin Garvey etrafında, suya atılan taş gibi halkalar oluşturarak büyüyecek ve düğüm kendi kendine değil de, birçok kişinin yardımıyla çözülecek. Yoksa bu kadar insanın bir anda ortadan kaybolmasının sebepsiz olması beklenemez.

Kevin’ın kızı Jill (bknz. ne kadar da şahane bir güzellikte kız! fakat böyle şahane güzellikte kızların yerli dizilerde yalnızca güzel kalmasının yanında iyi de bir oyunculuğu yok, maalesef) annesinin 14 Ekim günü ortadan kaybolmasıyla birlikte okul içerisinde ultra uyumsuz bir kıza dönüşmüş. Pek tabii bu uyumsuzluğuna tahammül eden bir arkadaşı da var: Aimee.

Kevin’ın oğlu Tom (bknz. vücudunda dövdürmedik yer bırakmamış yavrucuğum) karanlık işlerle uğraşan bir toplulukta bulunuyor. Wayne adında bir adam için çalışan Tom’u, kongre üyesi Bay Witten’ı kesin güvenlik önlemleri altında Wayne’e götürürken görüyoruz. Bu isimlerden hangisi daha önemli?

Kevin’ın ailesinin yanında nasıl yer (tımarhane?) olduğunu çözemediğim, insanların konuşarak değil de notlar yazarak anlaştıkları bir mekânda yaşayan bir kadını görüyoruz. İsmi henüz meçhul. Hikâyeye onun da katkısı olacak, olmasa görünüp durmazdı.


Garip bir çekiciliği olan, iki çocuk babası Polis Şefi Kevin Garvey. Henüz bir hortumun içine çekilmekte olduğunun farkında değil, herkes gibi.

Jill, Aimee ile bir arkadaşlarının evine partiye gidiyor. Parti gençler arasında öylesi bir genişleme yakışıyor ki, telefonlarını çevire çevire oynadıkları Doğruluk mu? Cesaret mi? oyunu (ki bilirsiniz, böylesi oyunlar genelde birileri birileriyle öpüşsün diye oynanır) ortamı öyle çekilmez bir hale getiriyor ki Jill için, o da kalkıp gidiyor. Aimee bir odada biriyle sevişirken hem de. Ki tam da burada Aimee ile Jill arasında yanardağları coşturacak bir kıskançlık çukuru açıldığını söylemeden edemeyeceğim. Seviştiği için değil, belki ikisi sevgili olduğu için. Belki de ultra yakın bir arkadaşlık. Bir şey var, en azından, bir tür kıskançlık.

Jill parti evinden kendini dışarı atıp babasının arabasına gitmeye giriştiği esnada yardım isteyen gençlere bagajdan bir şeyler verecekken, sabah koşusu sırasında babasının hemen önünde kurşunlanarak öldürülen köpeği buluyor bagajda. Kevin nasıl yıkılmıştı köpek kurşunlandığında! Koşudan mütevellit her tarafından su damlayan o haliyle nasıl da daha çekici bir hale gelmişti. Jill bunları bilmiyor.

Jill ve gençler köpeği bir güzel gömüyor.

Pek tabii her gömü, her ölü bir yerlerine dokunuyor insanların.

Zira herkes nereye gittiği bilinmeyen akrabalarının ölüp ölmediğini, ölmediyse nerede olduğunu, geri gelip gelmeyeceğini, hiçbir şeyi bilmiyor. Öyle acıklı dursalar da, hiçbir şey olmamış gibi davrandıkları birçok zamanları oluyor fakat.

Gidenin geri gelip gelmeyeceği belli değilken her şeyi olağanüstü bir forma sokmanın anlamı var mı zaten? Gerçek hayatta ortadan kaybolan onlarca insanın ardından ortak bir üzüntü dalgalanması yaşayabilir mi insanların tümü?

Kevin’ın öteki çocuğu Tom ise Wayne tarafından ufak bir uyarı alıyor. Uyarı belki mühim değil ama söylediği başka şeyler mühim. 13 Ekim günü konuşulan her şey, yarının (bilen var, bilmeyen var yarın 14 Ekim) büyük bir olaya zemin olacağı sinyallerini veriyor. Kayboluşun yıldönümü bir şeylerin gerçeğe kapı olacağı manasını taşıyor. Galiba. Wayne diyor bunu.


Duru bir güzelliği olan Jill und Aimee. Aralarındaki şey ne acaba?

Tam burada araya girmek durumundayım. Meg Abbot (Bknz. Liv Tyler(ikinci parantez, bu kadının ismi Meg Cabot’a ne kadar benziyor, acemice)) nişanlısı ile yemeğe gitmek için evden çıktıkları esnada tımarhane olduğuna bu andan sonra daha yüksek ihtimal vereceğim yerden gelen iki kişi tarafından izlendiklerini fark ediyor. Halen isimsiz olan bu iki kadın onları gittikleri her yerde takip ediyor. Yemek dönüşü evlerinin önünde de bu iki kadını gören Meg, sonunda çıldırıyor ve kilit kişi olduğunu düşündüğüm kadına yumruğu geçiriyor. Geçirmekle de kalmıyor ağzına geleni söylüyor. Fakat koca bir günün ardından, onlardan başka sığınacak kimse kalmadığını düşünecek galiba ki, onların yanına taşınacak. Gidecek. Ama daha zaman var. Bölüm sonunu bekleyecek Meg. Hayatının biraz daha ağır bir yüke dönüşmesini. Belki de.


Meg’i (Liv Tyler) izleyip duran o garip iki kadın. Sağdaki kadının Kevin’ın karısı olduğunu öğreneceğiz, sonra.

Tekrar akışa yuvarlanıyoruz.

Kevin’ın poposu açıkta kalmış olacak ki, bir hayvanı arabasının altına aldığı garip bir rüyadan yataktan düşerek kurtuluyor. Evden çıkıp kaybolan kimseler için düzenlen Kahramanlar Günü etkinliğine yetişmek için koştururken de mutfağının yerle bir edildiğini görüyor. Kim yapmış olabilir bunu? Neden yapmış olabilir?

Kahramanlar Günü Etkinliği’nde ise onlarca kişi yürüyor, koşuyor, soluk alıyor. Ve derken tımarhane dediğim, aslında bu andan itibaren tımarhane olmayabileceğine inandığım yerden çıkıp gelen insanlar üzerinde “Nefesinizi Boşa Tüketmeyi Kesin” yazılı bir pankart açıyorlar. Bu ise ortamı daha da kızıştırıyor. İki grup birbirine giriyor. Yaralar. Yumruklar. Polis copları. Kan.

Bir karmaşanın müsebbibi kim olabilir, onu düşünmeden, herkes birbirine saldırıyor ve saydırıyor.

Sonra Kevin ile bir bara yuvarlanıyoruz.

Kevin barda birasını yudumlarken, barda oturmakta olan bir kadınla sohbet etmeye başlıyor. Ki bir de bakıyoruz kadın, dizinin başında otoparkta bebeğini kaybeden kadının kendisi. Bir düğüm daha çözülüyor ya da iki açık uçlu ip bir düğüme dönüşüyor.

Ardından Kevin arabasına atladığı gibi tımarhane demekten kendimi alamadığım yere gidiyor. Laurie adında bir kadını arıyor. Ki bir de bakıyoruz karısı çıkıyor. Kevin’ın karısının aslında kaybolmadığı ortaya çıkıyor. Ama Jill bunu bilmiyor.

Bölüm sonuna giderken, Kevin arabasıyla (ne arabaymış!) evine dönerken yolun ortasında bir geyik görüp duruyor. Geyikle konuşmaya çalışırken (zira rüyalarında hep bir geyik görüyor Kevin, sanırım) onlarca köpeğin geyiğe saldırdığına ve onu parçalarına ayırdığına şahit oluyor Kevin. Tanık oluyor. Bu sorumluluğun altında ezilecekken, ölüsünü bagaja koyduğu köpeğin katili adam bitiveriyor yanında, onunla konuşuyor. Köpeklerin artık onların olmadığını söylüyor.

Tam da burada köpeklerin kaybolup geri döndüklerini ima ettiğini düşündürüyor bana. Çünkü bir kez ortadan yok olup uzun süre sonra dönenler eskisi gibi olmaz artık. Olamaz. Köpekler neden aynısı, eskisi, bilinen gibi olsun?

Ve köpekleri vurmaya başlıyorlar. Katil ve Kevin.


Kevin geyiğin gözlerinde bakıyor kendine.

Her ilk bölüm beraberinde cevaptan çok soruyla, isimden çok simayla çıkıp geldiği gibi The Leftovers da tam olarak öyle giriyor hayatımıza. Aniden. Hem de kitap uyarlaması bir dizi olarak. Ne mutlu ki Türkçe’ye de çevrilmiş bir romanın uyarlaması olarak.

Hayatının dramına BİR ANDA sahip olmuş insanların hayatına tanık olup sorumluluk kazanmaya başlıyoruz bu andan sonra. Gelecek bölümse sorumluluğumuzu biraz daha arttıracak gibi duruyor yalnızca.


Liv Tyler’sız olmazdı sanırım. Kendini izleyen o iki kadına katıldığı sırada oldukça sakin görünüyor Meg.
 
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR